Jared Daimond 1997’de yazdığı “Tüfek, Mikrop ve Çelik: İnsan Topluluklarının Yazgıları” adlı kitabında Avrasyalı insanların doğuştan biyolojik üstünlüğe sahip oldukları için diğer insanlardan daha üstün ve zeki olmadıklarını belirtmiş, Avrasyalıların daha gelişkin bir ekonomiye sahip olmalarının nedeninin ise coğrafi nedenlerden ötürü olduğu tezini sunmuştur. Kitabını “Tarih farklı halklar için farklı yönde gelişti, ama bu çevresel farklardan dolayı böyle oldu, o halkların biyolojik farklılıklarından dolayı değil.” Cümlesi ile özetlemiştir. Aynı kitabının bir bölümünde kentli insanların, köylerden gelen insanları aptal görmesine, şöyle bir açıklama getirmektedir. “Uzak köylerden kentlere gelen yerliler batılılara aptal görünürken; sık ormanlarda geçit bulmak gibi basit! bir işi bile beceremeyen batılılar da yerlilere aptal görünmektedir.”
Her yaşam biçimi deneyim içerir, tarihsel birikim barındırır. Kısıtlı gözlem ve anlık denemeler ile yaşamadığımız bir durumu gerçekten anlamamız mümkün değildir. Bir yaşam biçimini veya bir durumu, o hayatı yaşayanlar ile derinlikli bir ilişkiye girmeden anlamamızın imkanı yoktur. Her insanı anlamak için rolden role bürünemeyeceğimize göre, anlamak için tanımak, tanımak için de zorunluluktan olmayan, ön kabullerimizden arınmış eşit etkileşimli bir iletişim girmemiz gerekmektedir.
Konumuz olan bir günlük sakatlık deneyimine, empatinin tanımı ile başlayalım. "Empati veya eş Duyum, bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir." Burada özellikle vurgulayacağımız sözcük içselleştirmektir. Yani diğerinin rolüne bürünmek veya diğerinin yaşayışını taklit etmektense, diğerini anlamaya çalışmaktır.
Sorumuzu sakatlık üzerinde çalıştırmadan önce, cinsiyet üzerinde çalıştıralım. Bir kadının erkeği anlaması için, yani bir erkek ile empati yapabilmesi için, erkeklik organını mı edinmesi gerekmektedir? Bunu tıbbi açıdan edinerek erkekliği deneyimleyebilir mi? Hayatı boyunca erkekleri arzulamış, hormonları bu yönde çalışan bir kadın bir organ ile erkekliği gerçekçi bir şekilde yaşayabilir mi? Elbet hayır. Önce hormonlarının ona erkekliği yaşatması, sonra bunu hissetmesi, en sonunda da deneyimlemesi gerekir. Bir kadının erkekleri anlaması için erkekliği yaşaması gerekir mi? Tabi ki hayır. Bir çok kadın erkeklik durumunun bilincinde ve erkek yaşam biçiminin ayrıntılı bilgisine sahiptir. Bu gerçekçi bilgi edinimi ise erkekliği yaşamak suretiyle değil, etkileşimli bir iletişimden, yaşamı paylaşmaktan ve ortaklaşa bir şeyler yapmaktan kaynaklanmaktadır.
Kapitalist sistemin eşit olmayan kazanç dengesinde geliri doyumsuzca toplayan sermayenin açgözlülüğünü şık bir duvar kağıdıyla örtebilmesi için dahi iletişim uzmanları bir yöntem bulmuşlar, sosyal sorumluluğu üretmişlerdir. Reklam piyasasından şirketlere, şirketlerden de bir çok kuruma ve kesime hızla ulaşan sosyal sorumluluğun moda olmasıyla birlikte yüzeysel sosyal sorumluluk projeleri yapılmaya başlanmış. Bu gösterilerden biri de bir günlük sakatlık empatisi olmuştur.
Çocukları, gençleri, ünlüleri, belediye başkanlarını vb. topluyorlar, sakatları anlamak için tekerlekli sandalyeye bindiriyorlar yada gözlerini bağlıyorlar. Bu insanlara bu şekilde sakatlığı anlattıklarını ve onların sakatlara karşı daha olumlu, duyarlı olmalarını sağladıklarını iddia ediyorlar. İlk bakışta dahiyane bir fikir gibi gelse, bir çok kişi tarafından bu aktivite olumlunsa da, ulaştığını iddia ettiği sonuçların aksi yönde etki yaratmaktadır. Sakatlık algısını olumlumaktan ziyade, daha olumsuz bir yargıya taşımaktadır.
Tekerlekli sandalye kullanarak, ortopedik sakatlığı bulunan insanları anlamamız mümkün mü? Herhangi bir sakat ile paylaşımı olmamış, bir sakatın yaşayışına tanıklık etmemiş, o ana kadar yürüyerek yaşayan biri tekerlekli sandalyeyi kullanarak sakatlığı anlayabilir mi?
Zaman zaman kazalar geçirir, bazı organlarımızda geçici işlev kaybı yaşarız. Örneğin ayağımızı burkar veya kırar o uzuvlumuzu geçici bir süre kullanamayız. Bu durumun geçeceğini bilsek de duruma adapte olamayız. Bir çok işi yapamaz oluruz. Bir yerden bir yere çok zorunda olmadıkça gitmez, yatağımızda iyileşmeyi bekleriz. Ne kollarımız bizi taşıyacak kadar güçlüdür, ne de beynimiz ayağımızı kullanmadan bir işi yapabilme çözümünü üretmeye açıktır. İçinde bulunduğumuz durum tamamen aciziyettir. Kendimizi aciz hissederiz. Oysaki bir sakat yıllarca bu durumda yaşamış, sakatlığa adapte olmuş, tecrübe etmiş, kendi pratik çözümlerini geliştirmiş, bir işi yapabilmek için diğer organlarının katkısını almayı becerebilmiştir. Gerektiğinde de çeşitli işleri yapabilmek için, türlü araçlar edinmiş veya geliştirmiştir. Bir çok kişinin tekerlekli sandalye üzerinde aylarca çalışsa yapamayacağı bir çok işi, basitçe, pratik bir şekilde yapabilecek kabiliyete sahiptir. Çünkü bir sakatın sakatlığı bir hastalık veya geçici bir durum değildir, bir sakatın sakatlığı durumdur, yaşamıdır. Bir sakatın sakatlık deneyimi, süreçle biçimlenmiş bir yaşayıştır. Adaptasyon ve gelişim süreci içerir. Önce tekerlekli sandalyesi ile bir kaldırıma çıkamaz, sonra çözümünü, pratiğini geliştirir, tekerlekli sandalye kullandıkça kollarını güçlendirir ve o kaldırımı aşar. Bu durumu tekerlekli sandalyeye bindirilerek deneyimletmeye çalışılan kişi ise, bu süreçten yoksun, gelişimsizdir. O an sadece rahatça yürüyebildiği durum ile, gelişimsiz sakatlık deneyimini karşılaştırır. Algılarına sakatlığın acizlik olduğu yargısını kazır. Düşünmez çocukluk dönemini, gelişim evrelerini. Aklına getirmez, yürümek için ne yollardan geçtiğini, kaç ay emeklediğini, kaç ay düşe kalka yürüdüğünü, kaç ay paytak paytak yürüdüğünü.
Bir günlük sakatlık deneyimi aktivitesini yapan kişiler belediye başkanlarını çağırarak onları tekerlekli sandalyeye bindirmekte, onlara engellerin sakatlara ne kadar zorluk yarattığını bu yolla anlattıklarını ifade etmekteler. Sakatlık bilinci oluşmamış, şehrindeki sakatlarla iletişime geçecek bir kişiliğe sahip olmayan biri bir anlatı ile ne kadar anlayabilir? Bu gösteri engellerin yarattığı vahim sonucu anlatabildiğini, belediye başkanının sakatların erişim problemlerini anlayabildiğini varsayalım. Bu gösteride onda oluşan sakatlığın acizlik olduğu algısını nasıl yok edeceğiz? Bu algıyı edinmiş bir belediye başkanının bir sakatı çalıştırmasını bekleyebilir miyiz? O ana kadar sakatlarla herhangi bir ilişki içerisinde bulunmamış, toplum tarafından beynine kazınmış “sakatlık acizliktir” algısı sosyal sorumsuz aktivite ile pekiştirilmiş bir belediye başkanı, ne kadar sakatları topluma dahil edici bir politika izler? Sakatlığı bir süre tekerlekli sandalye kullandırarak anlatmaya çalışmak, arabadan bihaber bir kişiyi bir otomobile oturtarak, vızır vızır arabaların, kamyonların, otobüslerin geçtiği otobanda hadi arabayı kullan bakalım demeye benzer. Araba kullanmakta bir süreç, deneyim, refleks gelişimi gerektirir.
Gözler bağlandığında ve ya kapatıldığında insan kör müdür? İnsan karanlıkta kaldığında Kör müdür? Kördür bir yanıyla fakat bu geçici bir körlüktür. Yani hayatı boyunca yaşadığı, onun için sürekli olan, durum haline gelmiş körlükten bahsedemeyiz bu durumda. Geçici olarak yaşanan, bir süreliğine maruz kalınan körlük, olağan dışı ve ya hastalık durumudur. Bir kör için olağan yani normal olan körlüktür. Körlüğe normal olarak bakmayan, onu olağan dışı olarak algılayan birisi, bu duruma adapte olamayan birisi yaşadığı geçici durum ile körlüğü olduğu şekilde anlayamaz. Körlüğün sadece acizlik, bir şey yapamama ya da yaptıklarını eksik olarak yapma durumu olduğunu düşünür. Bu düşünüş körleri anlamaya değil, körleri geçici durumdaki acizlikle hayatının sonuna kadar algılamaya yol açar.
Bir kişi gözleri bağlandığında yönünü bulamaz, ama bir kör beyaz bastonu ile çevresini tarayarak, hava akımının yarattığı boşluk ve doluluktan yararlanarak, çevresindeki seslerden veri alarak yönünü rahatlıkla bulur. Gözü bağlanmış bir kişi, gözü bağlanmadan önce kullandığı bilgisayarı, gözü bağlıyken kullanamazken; kör biri ekran okuyucusu ile bilgisayarı kullanabilir.
Gözleri bağlı bir şekilde iki saat film izlemek ile beş hafta belli aktiviteler yapmak arasında tutum değiştirme ya da yargıyı olumlu yöne çevirme söz konusu olabilir mi? Gözlemlerim doğrultusunda olmadığını söyleyebilirim.
Amerika’daki en büyük kör kurumlarından olan NFB çalışanlarından bir grup, Fatoş Floyd öncülüğünde iki haftalığına Türkiye’ye gelip eğitim veriyorlar. Bu eğitimlerden ikincisine katılma fırsatım oldu. Bu eğitimlerde az görenlerin gözleri bağlanıyor, iki hafta boyunca belli aktiviteleri gözleri bağlı olarak yapmaları bekleniyordu. Körlere verilen çeşitli rehabilitasyon eğitimlerine gözleri bağlı kişiler gruplar halinde katılıyorlardı. Eğitimlerde bir şekilde engelliler ile çalışan kamu personeli de katılımcı olarak bulunuyorlardı. Eğitim boyunca onlardan da gözlerinin bağlanması istendi. Bir çoğu gözleri bağlı kalmak istemiyor, fırsatını bulduğunda derhal çıkarıyordu. İki hafta boyunca bir çoğuyla konuştum. Tutum olarak körlerde bir şeyler yapabiliyor, insan kör olarak da yaşayabilir tutumunu bulmak bir yana kalsın, aldığım cevaplar hep siz nasıl katlanıyorsunuz buna, insan hiçbir şeyi yapamıyor oldu.
Eğitimci grup ile konuştuğumuzda ise; aldığım yanıt bu eğitimin aslında altı ay olması gerektiği ve kesinlikle göz bağının çıkarılmasına izin verilmeden yürütülmesi gerektiği bilgisiydi. Altı ay süren eğitim bile alınmış olsa, körlüğü gerçekten tam manasıyla anladığını iddia edemeyiz demişlerdi.
Körler ile çalışacak kişilere bu şekilde eğitim vermek ne kadar gerekli tartışılır, fakat böyle bir eğitim verilecekse de süre altı aydan önce olmamalı ve bu deneyim sadece körler alanında eğitmenlik yapacak kişilere yapılmalı.
Bir önceki yıl düzenlenen eğitime, Parıltı derneğinde kör çocuklara eğitmenlik yapan, körler ile iş dışında da iletişimi olan bir grup katılmışlar, tutumlarında, körlere karşı davranışlarında bir sonraki gruba oranla daha olumlu gelişim göstermişlerdir.
İnsanlar tekerlekli sandalye kullanmayı, gözleri bağlı bir şeyler yapmaya çalışmayı isteyebilirler elbet, ama şunu belirtebiliriz ki, bu yaşadığınız anlık süreç, kesinlikle sakatların, körlerin yaşayışına yakın bir deneyim değildir.
Sakatlık deneyimini edinebilmeniz için önce sakatlarla bir hayatı paylaşmanız, bir sakatın yaşayışına şahitlik etmeniz gerekir.
Bu tür aktiviteler ile sakatları anlatmaya çalışan sosyal sorumluluk projesi yapanlara da tavsiyem, entegrasyonu güçlendiren aktiviteler ile sakatlığı anlatmaya çalışmanın daha doğru bir yöntem olacağıdır. Bir kişiye sakatlığı anlatmak için, o kişiyi sakat rolüne büründürmek yerine, sakatları insanların hayatlarına ortak ederek bir sakatın yaşayışına şahitlik etmelerini sağlamaları olacaktır. İnsanları sakatlarla bir şey yapmak için bir yere toplamak yerine, yapılan herhangi bir faaliyete sakatların dahiliyetini sağlamak herkes açısından daha olumlu, daha gerçekçi bir etki yaratacaktır.
Diğeriyle birlikte mutlu yaşamasını becerebilmiş bir toplumda yaşamak umuduyla şimdilik Hoşça kalın.
Her yaşam biçimi deneyim içerir, tarihsel birikim barındırır. Kısıtlı gözlem ve anlık denemeler ile yaşamadığımız bir durumu gerçekten anlamamız mümkün değildir. Bir yaşam biçimini veya bir durumu, o hayatı yaşayanlar ile derinlikli bir ilişkiye girmeden anlamamızın imkanı yoktur. Her insanı anlamak için rolden role bürünemeyeceğimize göre, anlamak için tanımak, tanımak için de zorunluluktan olmayan, ön kabullerimizden arınmış eşit etkileşimli bir iletişim girmemiz gerekmektedir.
Konumuz olan bir günlük sakatlık deneyimine, empatinin tanımı ile başlayalım. "Empati veya eş Duyum, bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir." Burada özellikle vurgulayacağımız sözcük içselleştirmektir. Yani diğerinin rolüne bürünmek veya diğerinin yaşayışını taklit etmektense, diğerini anlamaya çalışmaktır.
Sorumuzu sakatlık üzerinde çalıştırmadan önce, cinsiyet üzerinde çalıştıralım. Bir kadının erkeği anlaması için, yani bir erkek ile empati yapabilmesi için, erkeklik organını mı edinmesi gerekmektedir? Bunu tıbbi açıdan edinerek erkekliği deneyimleyebilir mi? Hayatı boyunca erkekleri arzulamış, hormonları bu yönde çalışan bir kadın bir organ ile erkekliği gerçekçi bir şekilde yaşayabilir mi? Elbet hayır. Önce hormonlarının ona erkekliği yaşatması, sonra bunu hissetmesi, en sonunda da deneyimlemesi gerekir. Bir kadının erkekleri anlaması için erkekliği yaşaması gerekir mi? Tabi ki hayır. Bir çok kadın erkeklik durumunun bilincinde ve erkek yaşam biçiminin ayrıntılı bilgisine sahiptir. Bu gerçekçi bilgi edinimi ise erkekliği yaşamak suretiyle değil, etkileşimli bir iletişimden, yaşamı paylaşmaktan ve ortaklaşa bir şeyler yapmaktan kaynaklanmaktadır.
Kapitalist sistemin eşit olmayan kazanç dengesinde geliri doyumsuzca toplayan sermayenin açgözlülüğünü şık bir duvar kağıdıyla örtebilmesi için dahi iletişim uzmanları bir yöntem bulmuşlar, sosyal sorumluluğu üretmişlerdir. Reklam piyasasından şirketlere, şirketlerden de bir çok kuruma ve kesime hızla ulaşan sosyal sorumluluğun moda olmasıyla birlikte yüzeysel sosyal sorumluluk projeleri yapılmaya başlanmış. Bu gösterilerden biri de bir günlük sakatlık empatisi olmuştur.
Çocukları, gençleri, ünlüleri, belediye başkanlarını vb. topluyorlar, sakatları anlamak için tekerlekli sandalyeye bindiriyorlar yada gözlerini bağlıyorlar. Bu insanlara bu şekilde sakatlığı anlattıklarını ve onların sakatlara karşı daha olumlu, duyarlı olmalarını sağladıklarını iddia ediyorlar. İlk bakışta dahiyane bir fikir gibi gelse, bir çok kişi tarafından bu aktivite olumlunsa da, ulaştığını iddia ettiği sonuçların aksi yönde etki yaratmaktadır. Sakatlık algısını olumlumaktan ziyade, daha olumsuz bir yargıya taşımaktadır.
Tekerlekli sandalye kullanarak, ortopedik sakatlığı bulunan insanları anlamamız mümkün mü? Herhangi bir sakat ile paylaşımı olmamış, bir sakatın yaşayışına tanıklık etmemiş, o ana kadar yürüyerek yaşayan biri tekerlekli sandalyeyi kullanarak sakatlığı anlayabilir mi?
Zaman zaman kazalar geçirir, bazı organlarımızda geçici işlev kaybı yaşarız. Örneğin ayağımızı burkar veya kırar o uzuvlumuzu geçici bir süre kullanamayız. Bu durumun geçeceğini bilsek de duruma adapte olamayız. Bir çok işi yapamaz oluruz. Bir yerden bir yere çok zorunda olmadıkça gitmez, yatağımızda iyileşmeyi bekleriz. Ne kollarımız bizi taşıyacak kadar güçlüdür, ne de beynimiz ayağımızı kullanmadan bir işi yapabilme çözümünü üretmeye açıktır. İçinde bulunduğumuz durum tamamen aciziyettir. Kendimizi aciz hissederiz. Oysaki bir sakat yıllarca bu durumda yaşamış, sakatlığa adapte olmuş, tecrübe etmiş, kendi pratik çözümlerini geliştirmiş, bir işi yapabilmek için diğer organlarının katkısını almayı becerebilmiştir. Gerektiğinde de çeşitli işleri yapabilmek için, türlü araçlar edinmiş veya geliştirmiştir. Bir çok kişinin tekerlekli sandalye üzerinde aylarca çalışsa yapamayacağı bir çok işi, basitçe, pratik bir şekilde yapabilecek kabiliyete sahiptir. Çünkü bir sakatın sakatlığı bir hastalık veya geçici bir durum değildir, bir sakatın sakatlığı durumdur, yaşamıdır. Bir sakatın sakatlık deneyimi, süreçle biçimlenmiş bir yaşayıştır. Adaptasyon ve gelişim süreci içerir. Önce tekerlekli sandalyesi ile bir kaldırıma çıkamaz, sonra çözümünü, pratiğini geliştirir, tekerlekli sandalye kullandıkça kollarını güçlendirir ve o kaldırımı aşar. Bu durumu tekerlekli sandalyeye bindirilerek deneyimletmeye çalışılan kişi ise, bu süreçten yoksun, gelişimsizdir. O an sadece rahatça yürüyebildiği durum ile, gelişimsiz sakatlık deneyimini karşılaştırır. Algılarına sakatlığın acizlik olduğu yargısını kazır. Düşünmez çocukluk dönemini, gelişim evrelerini. Aklına getirmez, yürümek için ne yollardan geçtiğini, kaç ay emeklediğini, kaç ay düşe kalka yürüdüğünü, kaç ay paytak paytak yürüdüğünü.
Bir günlük sakatlık deneyimi aktivitesini yapan kişiler belediye başkanlarını çağırarak onları tekerlekli sandalyeye bindirmekte, onlara engellerin sakatlara ne kadar zorluk yarattığını bu yolla anlattıklarını ifade etmekteler. Sakatlık bilinci oluşmamış, şehrindeki sakatlarla iletişime geçecek bir kişiliğe sahip olmayan biri bir anlatı ile ne kadar anlayabilir? Bu gösteri engellerin yarattığı vahim sonucu anlatabildiğini, belediye başkanının sakatların erişim problemlerini anlayabildiğini varsayalım. Bu gösteride onda oluşan sakatlığın acizlik olduğu algısını nasıl yok edeceğiz? Bu algıyı edinmiş bir belediye başkanının bir sakatı çalıştırmasını bekleyebilir miyiz? O ana kadar sakatlarla herhangi bir ilişki içerisinde bulunmamış, toplum tarafından beynine kazınmış “sakatlık acizliktir” algısı sosyal sorumsuz aktivite ile pekiştirilmiş bir belediye başkanı, ne kadar sakatları topluma dahil edici bir politika izler? Sakatlığı bir süre tekerlekli sandalye kullandırarak anlatmaya çalışmak, arabadan bihaber bir kişiyi bir otomobile oturtarak, vızır vızır arabaların, kamyonların, otobüslerin geçtiği otobanda hadi arabayı kullan bakalım demeye benzer. Araba kullanmakta bir süreç, deneyim, refleks gelişimi gerektirir.
Gözler bağlandığında ve ya kapatıldığında insan kör müdür? İnsan karanlıkta kaldığında Kör müdür? Kördür bir yanıyla fakat bu geçici bir körlüktür. Yani hayatı boyunca yaşadığı, onun için sürekli olan, durum haline gelmiş körlükten bahsedemeyiz bu durumda. Geçici olarak yaşanan, bir süreliğine maruz kalınan körlük, olağan dışı ve ya hastalık durumudur. Bir kör için olağan yani normal olan körlüktür. Körlüğe normal olarak bakmayan, onu olağan dışı olarak algılayan birisi, bu duruma adapte olamayan birisi yaşadığı geçici durum ile körlüğü olduğu şekilde anlayamaz. Körlüğün sadece acizlik, bir şey yapamama ya da yaptıklarını eksik olarak yapma durumu olduğunu düşünür. Bu düşünüş körleri anlamaya değil, körleri geçici durumdaki acizlikle hayatının sonuna kadar algılamaya yol açar.
Bir kişi gözleri bağlandığında yönünü bulamaz, ama bir kör beyaz bastonu ile çevresini tarayarak, hava akımının yarattığı boşluk ve doluluktan yararlanarak, çevresindeki seslerden veri alarak yönünü rahatlıkla bulur. Gözü bağlanmış bir kişi, gözü bağlanmadan önce kullandığı bilgisayarı, gözü bağlıyken kullanamazken; kör biri ekran okuyucusu ile bilgisayarı kullanabilir.
Gözleri bağlı bir şekilde iki saat film izlemek ile beş hafta belli aktiviteler yapmak arasında tutum değiştirme ya da yargıyı olumlu yöne çevirme söz konusu olabilir mi? Gözlemlerim doğrultusunda olmadığını söyleyebilirim.
Amerika’daki en büyük kör kurumlarından olan NFB çalışanlarından bir grup, Fatoş Floyd öncülüğünde iki haftalığına Türkiye’ye gelip eğitim veriyorlar. Bu eğitimlerden ikincisine katılma fırsatım oldu. Bu eğitimlerde az görenlerin gözleri bağlanıyor, iki hafta boyunca belli aktiviteleri gözleri bağlı olarak yapmaları bekleniyordu. Körlere verilen çeşitli rehabilitasyon eğitimlerine gözleri bağlı kişiler gruplar halinde katılıyorlardı. Eğitimlerde bir şekilde engelliler ile çalışan kamu personeli de katılımcı olarak bulunuyorlardı. Eğitim boyunca onlardan da gözlerinin bağlanması istendi. Bir çoğu gözleri bağlı kalmak istemiyor, fırsatını bulduğunda derhal çıkarıyordu. İki hafta boyunca bir çoğuyla konuştum. Tutum olarak körlerde bir şeyler yapabiliyor, insan kör olarak da yaşayabilir tutumunu bulmak bir yana kalsın, aldığım cevaplar hep siz nasıl katlanıyorsunuz buna, insan hiçbir şeyi yapamıyor oldu.
Eğitimci grup ile konuştuğumuzda ise; aldığım yanıt bu eğitimin aslında altı ay olması gerektiği ve kesinlikle göz bağının çıkarılmasına izin verilmeden yürütülmesi gerektiği bilgisiydi. Altı ay süren eğitim bile alınmış olsa, körlüğü gerçekten tam manasıyla anladığını iddia edemeyiz demişlerdi.
Körler ile çalışacak kişilere bu şekilde eğitim vermek ne kadar gerekli tartışılır, fakat böyle bir eğitim verilecekse de süre altı aydan önce olmamalı ve bu deneyim sadece körler alanında eğitmenlik yapacak kişilere yapılmalı.
Bir önceki yıl düzenlenen eğitime, Parıltı derneğinde kör çocuklara eğitmenlik yapan, körler ile iş dışında da iletişimi olan bir grup katılmışlar, tutumlarında, körlere karşı davranışlarında bir sonraki gruba oranla daha olumlu gelişim göstermişlerdir.
İnsanlar tekerlekli sandalye kullanmayı, gözleri bağlı bir şeyler yapmaya çalışmayı isteyebilirler elbet, ama şunu belirtebiliriz ki, bu yaşadığınız anlık süreç, kesinlikle sakatların, körlerin yaşayışına yakın bir deneyim değildir.
Sakatlık deneyimini edinebilmeniz için önce sakatlarla bir hayatı paylaşmanız, bir sakatın yaşayışına şahitlik etmeniz gerekir.
Bu tür aktiviteler ile sakatları anlatmaya çalışan sosyal sorumluluk projesi yapanlara da tavsiyem, entegrasyonu güçlendiren aktiviteler ile sakatlığı anlatmaya çalışmanın daha doğru bir yöntem olacağıdır. Bir kişiye sakatlığı anlatmak için, o kişiyi sakat rolüne büründürmek yerine, sakatları insanların hayatlarına ortak ederek bir sakatın yaşayışına şahitlik etmelerini sağlamaları olacaktır. İnsanları sakatlarla bir şey yapmak için bir yere toplamak yerine, yapılan herhangi bir faaliyete sakatların dahiliyetini sağlamak herkes açısından daha olumlu, daha gerçekçi bir etki yaratacaktır.
Diğeriyle birlikte mutlu yaşamasını becerebilmiş bir toplumda yaşamak umuduyla şimdilik Hoşça kalın.