[SIZE=3]Mahkûmların görevi hapishaneden kaçmaya çalışmaktır (Michel Foucault)[/SIZE]
Bundan 15 yıl kadar önce omurilik yaralanması sonucu felç olduktan kısa bir süre sonra bir fizik tedavi ve rehabilitasyon hastanesine yatırılmıştım. Herkes gibi biz de sağlık durumumuz hakkında olumlu yorum yapacak, iyileşme umudumuzu destekleyecek insanlar arıyorduk; ailecek sersem tavuk gibi ortalıkta dolandığımızı çok iyi hatırlıyorum. Ama yine de o şaşkınlığa rağmen hastaneye yattığımızda iki şeyden emindik. Birincisi, alanında Türkiye’nin en iyi hastanelerinden birisindeydik; ikincisi, bu kadar önerildiğine göre oradaki doktorlar, fizyoterapistler, hemşireler ve psikologlar işlerini iyi yapıyor olmalıydılar.
Yanılmıştık! Ne 7 ay kaldığımız hastane iyiydi, ne de çalışanlar işlerini iyi yapıyorlardı. Ama daha da üzücü olanı, bir terslik olduğunu anlamamız tam 2 yılımıza mâl oldu! Evet, hayata geri dönmek ve kaldığımız yerden devam edebilmek için maddi manevi her şeyimizi verdiğimiz, umudu diri tutmak için söylenen her şeyi harfiyen yapmaya çalıştığımız ve kendimizi özellikle fizyoterapistlerin ellerine bıraktığımız koskoca iki yıl.
Sonuç: hasta olarak girdiğim hastaneden HASTA olarak çıktım ve hasta olmadığımı anlayabilmem için de neredeyse bir on sene daha geçmesi gerekti!
***
Yazıya devam etmek için üç şeyin altını çizmeliyim: Her şeyden önce bu yazıyı salt kişisel deneyimlerimden yola çıkarak yazmıyorum; binlerce kişinin benzer bir sürece maruz kaldığını biliyorum. İkinci olarak, burada esas eleştireceğim şey fizyoterapistlerin yanlış tedaviler uygulaması değil; insan bedenine ve yaşama dair zihinlerinde oluşturulan yanlış kurgu. Ve üçüncüsü, tabii ki istisnalar kaideyi bozmaz.
***
Sakat-Hasta
Bence fizyoterapistlerin temel sorunu sakatları hasta olarak görmek! Oysa sakatlık ile hastalık -aralarında geçişler olsa da- özünde apayrı iki durumdur. Hastalık için bir tedavi-iyileşme süreci gerekirken, sakatlık kalıcı bir beden halidir. Hasta çoğu zaman bir şifaya/şifacıya ihtiyaç duyarken, sakat kişi olsa olsa bir cihaza veya geçici bir rehbere ihtiyaç duyar o kadar. Hasta iyileşmenin, sakat ise kendi kendine yeterli olabilecek becerileri maksimum düzeyde kazanmanın ve bunları elinde tutmanın peşindedir.
Peki, hastalık nerede biter, sakatlık nerede başlar; kimin hasta kimin sakat olduğuna kim karar verir? Cevap: tıpla uğraşan insanlar! (Evet, sorunun asıl kaynağının burada olduğunu biliyorum tabii, ama şimdilik bunu bir tarafa bırakalım ve daha hızlı ilerlemek için bu durumu kabullenip tıpçıları konuşalım) Doktorlar, zaten malum, elinde çekiç olanın her yerde çivi görmesi misali, etraflarında her daim tamir edilmesi gereken bedenler/zihinler görüyorlar; peki ya fizyoterapistler, onlar da her şeyi çivi olarak mı görüyor? Deneyimlerimize bakarsak, evet, maalesef.
Sen de mi Brütüs!
Sakatlıkla karşı karşıya geldiğimizde üstesinden gelmemiz gereken ilk iş halimize alışmak, geleceğe dair korkularımızı gidermek, hareket yetilerimizi maksimuma çıkartmak ve kullanacağımız tekerlekli sandalye, baston, protez vb. cihazları belirleyip onlara hakim olmaktır. İşte bu aşamada sırtımızı yasladığımız öncelikli kişiler fizyoterapistlerdir. Kendisini hasta olarak gören şaşkın bizleri ustaca ele alıp yoğurmak ve saygın bir birey olarak sokağa salmak onlardan beklenendir. Örneklerle detaylandırayım:
Omurilik zedelenmesi
Tüm his ve hareket yetilerimiz omuriliğimizden geçerek karşılık bulur. Omuriliğin bir nedenle zarar görmesi halinde yaralanmanın seviyesine bağlı olarak bacaklarda ve kollarda kısıtlılıklar oluşur. Bu tür durumlarda kişiler % 90 oranında tekerlekli sandalye veya değnek kullanmak durumunda kalırlar. 20 yaşında omurilik zedelenmesi geçiren bir genci düşünün. Genelde ilk tıbbi müdahalenin ardından kısa sürede hastaneden kapı dışarı edilirler ve çıkarken kulaklarına buz gibi bir sesle sufle verilir: “ömür boyu TEKERLEKLİ SANDALYEYE MAHKUM yaşayacaksınız, kendinizi buna alıştırın”. “Aman doktor, ne yapmamız lazım” diye korkuyla sorduklarında da yarım ağızla “fizik tedavi yapın” cevabını alırlar. Penisinde sonda ve poposunda bezle yarı ölü vaziyette evine postalanan aile nerede, nasıl fizik tedavi alırız diye başlar araştırmaya. Şu-bu derken kendilerini bir fizik tedavi hastanesine atarlar. Geçen sürede sorular birikmiştir. Umud edilir ki bu hastanede bu sorulara cevaplar bulunur ve yeniden yürümeye başlanır. Bu bezden ve sondadan ne zaman kurtulacağım? Sürekli yatmaktan dolayı kalçamda-topuğumda oluşan kızarıklıklar ne olacak? Sürekli ateşim var, ne yapacağım? Cinsel yaşamım ne olacak, çocuğum olacak mı? Eskisi gibi olabilecek miyim, yürüyebilecek miyim, yürüyebilecek miyim, yürüyebilecek miyim?..
Evet, bunlar makul, kaçınılmaz, ama aynı zamanda eksik sorular! Aynı yollardan geçmiş kişiler olarak biliriz ki o anlarda insanların aklına ilk bu sorular gelse de aslında o günler aynı zamanda geleceğe dair yaşamsal önemdeki adımların atılması gerektiği günlerdir de. Hareket yetilerinin farkına varmak, bu yetileri maksimuma çıkartarak özellikle bel kontrolü konusunda yoğun çalışmalar yapmak, kol kaslarını mükemmel hale getirmek, nasıl bir tekerlekli sandalye kullanmak/kullanmamak gerektiği konusunda bilgi edinmek, sandalyeden yatağa, koltuğa, arabaya, yere transfer olma becerileri kazanmak, sandalye ile eşik-merdiven aşma deneyimleri kazanmak, her yönüyle sandalye kullanmayı öğrenmek, sandalyenin özgürleştirici felsefesini zihne kazımak, duruş bozukluğundan kaynaklı omurga eğriliği olmaması için yapılması gerekenleri öğrenmek, mesane, barsak düzeni ve bası yarası açısından gereken bilgileri edinmek; parmak/el hareketi az olan kişiler için bilgisayar kullanmak, yemek, içmek, kişisel bakım ve diğer ihtiyaçlar için gerekli olan küçük aparatları/teknikleri öğrenmek ve bu sayede maksimum bağımsızlığa kavuşmak, evde-işte-okulda ne tür düzenlemeler yapılması gerektiğini öğrenmek, refakatçinin yaşamını ve sağlığını kolaylaştıracak detaylar ve ürünler hakkında bilgi edinmek vs. lazım.
Yani, bir yandan bu yeni hale alışmak için gerekli olan zamanı kendin gibi olan kişilerle birlikte akıtmak, bir yandan da profesyonellerden geleceğe dair deneyimler edinmek lazım ki, bir rehabilitasyon sürecinden bahsetmek mümkün olsun. Peki adında “fizik tedavi ve rehabilitasyon” olan hastanelerde yapılan bu mudur? Hayır! Yukarıda saydığım şeylerden neredeyse hiçbiri fizyoterapistler tarafından görev edinilmiş değil. Onlar eklemleri açıp kapamaya, uzun bacak ortezi ve Lokomat denen saçma sapan aletlerle yürüme fetişizmini azdırmaya ve gelecekte hiçbir faydası olmayacağını bildikleri bir sürü angaryayla insanların zamanını öldürmeye “fizik tedavi ve rehabilitasyon” diyorlar. Diyorlar ve hem bizlere hem de kendilerine ayıp ediyorlar.
Not: Burada "sakatlık" derken kalıcı beden halini kastediyorum, geçici yaralanmaları değil.