Merhaba, endüstri ürünleri tasarımcısıyım. Şu an iç mimari yüksek lisans programında öğrenciyim. Proje ve tez konumu "herkes için tasarım felsefesiyle mevcut şehiriçi otobüslerin analizi ve tasarım önerisi" olarak belirledim.
Önümüzdeki iki ay boyunca mevcut otobüslerden birine, iç mekan tasarımı önerisi olacak bir projeyi gerçekleştirdikten sonra meseleyi daha derinlemesine ve sosyal yönleriyle ele alarak tezimi yazacağım.
Bu başlığı açma amacım forum kullanıcıları ile bilgi ve fikir alışverişinde bulunmak, çalışmalarımın gidişatını ve sonuçlarını buraya aktarmaktır.
Fakat öncelikle bazı şeyler söylemek istiyorum. Taşıtlara binmemde bana engel teşkil edecek bir durumum yok. Yakın ve uzak çevremde de bu durumda bir tanıdığım yok. Fakat özellikle İstanbul gibi şehirlerde bir şekilde önüne engel çıkan vatandaşların yaşadıklarını görüyor, tahmin ediyor, hissediyor ve dert ediyorum. Bu konuda çalışmayı da uzun yıllardır istememe rağmen şimdiye kısmet oldu. Büyük bir heyecanla, fikirlerle, emekle bu işe giriştim. Ama çok karamsarım. Bu ülkedeki yöneticilerin, yerel idarecilerin hayatımızın yalnızca belli noktalarında bizi düşünmesi/düşünmüş gibi yapması ve devede kulak icraatlarını reklam olarak kullanmaları yüzsüzlüğü beni çıldırtıyor!
Konu sadece bu bahsettiğim yönetici kısmı (ya da tavan) değil... Halk, yani tabanın yansıması bu. İstanbul'un uç bir semtinde Kayışdağı'nda oturmam ve sıkça Beylikdüzü'ne gitmem sebebiyle ortalama bir İstanbullu'dan çok daha fazla sayıda taşıt, (özellikle otobüs) kullanıyor ve içlerinde vakit geçiriyorum. Halkın toleransı (buna tolerans demek saçma ama...) o kadar yüksek ki, a noktasından b noktasına ulaşmak için inanılmaz şekillere girip inanılmaz süreleri o şekilde geçirebiliyorlar. Bu akıl almaz esneklik zaten keşmekeş olan ulaşım sorununun temel taşı "taşıtlar"ı çözülmesi zor bir boyuta taşıyor.
Otobüslerde bu sebeple geçirilen kalitesiz zamanları geçtim, yolcu ve şoförlerin bilindik tutumları yüzünden tüm İstanbullu'ların ölüm ve yaralanma tehlikelerini geride bırakmak için, özellikle iniş ve binişlerde atletik yetenekleri gelişmiş olmak zorunda!
Çalışan "akademisyen ve öğrenciler"den biri olarak şimdiye dek bu konuda yapılan, yapılmakta olan ve yapılacak tüm projelerin kütüphane rafında kalmanın dışında etkilerinin olmasını arzu ediyorum. Ama dediğim gibi karamsarım. 3 sebebi var. Halk, idare ve uygulama. Halk duyarsız. halk kendi içine dönük ayrı ayrı bireylerden oluşan, işine geldiğinde birleşen hantal bir kitle. İdare adı üzerinde durumları "şimdiki zaman" ölçeğinde idare etmeye çalışan, şekilci kültürümüzü çok iyi kavramış bir organ ve şekilci çözüm(!)ler bulmakta üzerlerine yok. Uygulama konusu ise trajikomik boyutu işin. Örnek: Toplu taşımaya giden bir turnike sırası var. 3 turnikenin yanında bir de engelli turnikesi var. Harika! ama çevreye bir göz attığınızda oraya inen ne bir asansör var, ne bir platform... 3 yandan, (yeterince çok sayıda yayayı alabilmesi için) inşaa edilmiş 30 küsür basamaklı dik merdivenler var. Yani sonradan yapılması da çok zor bir rampanın. İşte dişlerimi sıkmama sebep olan şekilciliğimiz bu. 90'lı yılların ortasında "özürlü otobüsü" diye 7 (YEDİ!) adet alınarak 10 sene sonra çoğu hurdaya çıkarılan otobüsler gibi. Şekilcilik, ya da gösterme hizmet olur ama... 10 milyon istanbulluya 7 otobüsle göz boyayarak da değil!
Kısaca: halk olarak hakkımızı talep etmiyoruz. Halkın talep etmediğini yöneticiler hiç mi hiç sunmuyorlar. Hasbelkader gerçekleşen uygulamalar ise sinir bozucu bir şekilde yarım yamalak. Böyle olacağına hiç olmasın! dedirtiyor. Metrobüs uygulaması buna çok güzel örnek teşkil ediyor. Başından sonuna... Denene göre araç 1.5 santime kadar durağa yanaşabilecek. Ama şoförler 50-60 santim bırakıyorlar. Kaç çocuğun elinden tuttum karşıya geçirdim...
Bir de bu işin otobüsle, durakla bitmeyeceğini biliyorum. Bu forumlarda okudukça herşeyin bireysel mücadeleyle bir yere kadar getirilebildğini, sonraki yarı tıkanıklığın ise çevreyle, komşularla, belediyelerle sürekli mücadele edilerek giderilmeye çalışıldığını görüyorum. Benim proje ve tezim uzun bir yolun sadece bir kısmına etki edecek. Bu kısmı olabildiğince düzgün ve gerçekçi yapabilmek yegane amacım. Son söz olarak, 23 Ekim 2008'deki bu duygu ve düşüncelerime rağmen, büyük umutlarla bu işe girişiyorum.
Tekrar görüşmek üzere.
Önümüzdeki iki ay boyunca mevcut otobüslerden birine, iç mekan tasarımı önerisi olacak bir projeyi gerçekleştirdikten sonra meseleyi daha derinlemesine ve sosyal yönleriyle ele alarak tezimi yazacağım.
Bu başlığı açma amacım forum kullanıcıları ile bilgi ve fikir alışverişinde bulunmak, çalışmalarımın gidişatını ve sonuçlarını buraya aktarmaktır.
Fakat öncelikle bazı şeyler söylemek istiyorum. Taşıtlara binmemde bana engel teşkil edecek bir durumum yok. Yakın ve uzak çevremde de bu durumda bir tanıdığım yok. Fakat özellikle İstanbul gibi şehirlerde bir şekilde önüne engel çıkan vatandaşların yaşadıklarını görüyor, tahmin ediyor, hissediyor ve dert ediyorum. Bu konuda çalışmayı da uzun yıllardır istememe rağmen şimdiye kısmet oldu. Büyük bir heyecanla, fikirlerle, emekle bu işe giriştim. Ama çok karamsarım. Bu ülkedeki yöneticilerin, yerel idarecilerin hayatımızın yalnızca belli noktalarında bizi düşünmesi/düşünmüş gibi yapması ve devede kulak icraatlarını reklam olarak kullanmaları yüzsüzlüğü beni çıldırtıyor!
Konu sadece bu bahsettiğim yönetici kısmı (ya da tavan) değil... Halk, yani tabanın yansıması bu. İstanbul'un uç bir semtinde Kayışdağı'nda oturmam ve sıkça Beylikdüzü'ne gitmem sebebiyle ortalama bir İstanbullu'dan çok daha fazla sayıda taşıt, (özellikle otobüs) kullanıyor ve içlerinde vakit geçiriyorum. Halkın toleransı (buna tolerans demek saçma ama...) o kadar yüksek ki, a noktasından b noktasına ulaşmak için inanılmaz şekillere girip inanılmaz süreleri o şekilde geçirebiliyorlar. Bu akıl almaz esneklik zaten keşmekeş olan ulaşım sorununun temel taşı "taşıtlar"ı çözülmesi zor bir boyuta taşıyor.
Otobüslerde bu sebeple geçirilen kalitesiz zamanları geçtim, yolcu ve şoförlerin bilindik tutumları yüzünden tüm İstanbullu'ların ölüm ve yaralanma tehlikelerini geride bırakmak için, özellikle iniş ve binişlerde atletik yetenekleri gelişmiş olmak zorunda!
Çalışan "akademisyen ve öğrenciler"den biri olarak şimdiye dek bu konuda yapılan, yapılmakta olan ve yapılacak tüm projelerin kütüphane rafında kalmanın dışında etkilerinin olmasını arzu ediyorum. Ama dediğim gibi karamsarım. 3 sebebi var. Halk, idare ve uygulama. Halk duyarsız. halk kendi içine dönük ayrı ayrı bireylerden oluşan, işine geldiğinde birleşen hantal bir kitle. İdare adı üzerinde durumları "şimdiki zaman" ölçeğinde idare etmeye çalışan, şekilci kültürümüzü çok iyi kavramış bir organ ve şekilci çözüm(!)ler bulmakta üzerlerine yok. Uygulama konusu ise trajikomik boyutu işin. Örnek: Toplu taşımaya giden bir turnike sırası var. 3 turnikenin yanında bir de engelli turnikesi var. Harika! ama çevreye bir göz attığınızda oraya inen ne bir asansör var, ne bir platform... 3 yandan, (yeterince çok sayıda yayayı alabilmesi için) inşaa edilmiş 30 küsür basamaklı dik merdivenler var. Yani sonradan yapılması da çok zor bir rampanın. İşte dişlerimi sıkmama sebep olan şekilciliğimiz bu. 90'lı yılların ortasında "özürlü otobüsü" diye 7 (YEDİ!) adet alınarak 10 sene sonra çoğu hurdaya çıkarılan otobüsler gibi. Şekilcilik, ya da gösterme hizmet olur ama... 10 milyon istanbulluya 7 otobüsle göz boyayarak da değil!
Kısaca: halk olarak hakkımızı talep etmiyoruz. Halkın talep etmediğini yöneticiler hiç mi hiç sunmuyorlar. Hasbelkader gerçekleşen uygulamalar ise sinir bozucu bir şekilde yarım yamalak. Böyle olacağına hiç olmasın! dedirtiyor. Metrobüs uygulaması buna çok güzel örnek teşkil ediyor. Başından sonuna... Denene göre araç 1.5 santime kadar durağa yanaşabilecek. Ama şoförler 50-60 santim bırakıyorlar. Kaç çocuğun elinden tuttum karşıya geçirdim...
Bir de bu işin otobüsle, durakla bitmeyeceğini biliyorum. Bu forumlarda okudukça herşeyin bireysel mücadeleyle bir yere kadar getirilebildğini, sonraki yarı tıkanıklığın ise çevreyle, komşularla, belediyelerle sürekli mücadele edilerek giderilmeye çalışıldığını görüyorum. Benim proje ve tezim uzun bir yolun sadece bir kısmına etki edecek. Bu kısmı olabildiğince düzgün ve gerçekçi yapabilmek yegane amacım. Son söz olarak, 23 Ekim 2008'deki bu duygu ve düşüncelerime rağmen, büyük umutlarla bu işe girişiyorum.
Tekrar görüşmek üzere.