Uzun zamandır Türk sinemasında son yıllarda sayıları giderek artan sakatlık konulu filmlerden uzak duruyordum. Bu bilinçli bir tercih değildi. İster istemez, o filmlerde toplumda zaten var olan önyargıların yeniden üretilmesi ihtimalinin yüksek olduğunu hissediyordum sanırım ve bu nedenle izlemek konusunda çok istekli değildim. Ancak bu da bir önyargı tabii ki ve bugünlerde bu düşünceyi kırmaya ve söz konusu filmleri izlemeye karar verdim. Sonuç itibariyle bu filmler, bugün popüler kültürde sakatlık meselesinin nasıl konumlandırıldığına dair kıymetli ipuçları barındırıyor. Üstelik bir kısmı çok güzel filmler de olabilir ve ben onları zamanında kaçırdığım için hayıflanabilirim. Dolayısıyla 15 filmlik bir liste yaptım; bunların hepsi 2004 yılından sonra gösterime girmiş filmler. Eğer becerebilirsem, amacım bunları sırayla izlemek ve izledikçe de ilk hissiyatımı burada sizlerle naçizane paylaşmak. Ben bir film eleştirmeni ya da analisti değilim. Bu işe biraz, bu toplumda yaşayan bir kadın olarak, biraz da sosyal bilimlerle ve sakatlık çalışmaları ile hemhal olmuş bir insan olarak kalkışıyorum.
Dün ilk filmimi izledim. “Sadece Sen”… Başrollerinde Belçim Bilgin ve İbrahim Çelikkol var. Filmin konusuna olabildiğince özetle değinmekte yarar var. Temelde bu bir aşk filmi. Belçim Bilgin (Hazal) genç, kör bir kadını canlandırıyor ve İbrahim Çelikkol ile (Ali) aralarında bir aşk hikayesi var. Film her ikisinin tanışması, birbirlerine aşık olmaları, birbirlerine iyi gelmeleri ile başlıyor. Sonradan ortaya çıkıyor ki, geçmişte Hazal anne ve babası ile çıktığı bir araba yolculuğunda, ki arabayı Hazal kullanmaktadır, bir kaza yapmış; bu kaza sonucu anne ve babası hayatlarını kaybetmiş, Hazal da kör olmuş. Ve yine daha sonra ortaya çıkıyor ki, bu kazanın gerçekleşmesinde farkında olmadan Ali’nin de bir payı olmuş. Şöyle ki: Ali zamanında pis işlere karışmış, sonra pişman olmuş, şimdi o işlerden uzak durmaya çalışan, mutsuz bir adam. İşte o pis işlere karıştığı dönemde bir adamın yüksek bir binadan atlayıp ölmesine neden olmuş. Adam binadan tam düştüğü sırada Hazal ve ailesi oradan arabayla geçmekteymişler, Hazal’ın dikkati dağılmış, kaza yapmış. Bütün bunlar Ali’yi büyük bir vicdan azabına sokar ve Hazal’ın ameliyat olup gözlerinin açılmasını sağlamak ister. Hazal’ın gözleri açılır, ancak Ali ameliyat için gerekli olan parayı kazanmak için yeniden girdiği pis işlerde sakat kalır. Aslında sakat kalıp kalmadığından çok emin olamıyoruz filmde. Koltuk değneğiyle yürüyor Ali. Ama filmin bir yerinde sanki ileride değneksiz de yürüyebileceğini ima eden bir ifade de var. Sonuç itibariyle filmin son sahnesinde Ali değnekle yürüyen bir adam, Hazal’ın gözleri açılmış ve birbirlerine kavuşmuşlar. Şimdi biraz yorum yapmaya çalışacağım ve dört ana noktaya değineceğim.
Bu henüz listemde izlediğim ilk film. O nedenle haksızlık yapmayayım listeme. Ama işte tam da bu film ve benzerleri nedeniyle ben uzak durdum Türk sinemasındaki sakatlık filmlerinden.
İlk değinmek istediğim nokta, filmde sakatlık deneyiminin bir ceza çekme şekli olarak sunulması ile ilgili. Ali Hazal’a “Hazal, ameliyat ol” diye ilk teklifini yaptığında, Hazal kör kalmayı tercih etme nedenini, anne-babasının kazada ölümlerine sebep olması ile açıklıyor. Yani Hazal’ın vicdan azabı çektiğini ve kör kalarak kendini cezalandırdığını, bu şekilde de bu vicdan azabı ile başa çıkmaya çalıştığını anlıyoruz. Hazal kendini körlüğe layık görmüştür, çünkü “suç” işlemiştir. Benzer şekilde, Ali de geçmişte pis işlere bulaşmasının, Hazal’ın yaşadığı kazaya bir anlamda neden olmasının bedelini, filmin sonunda sakat kalarak öder. Ali kendini feda etmiştir, çünkü geçmişte yaptıklarının bedelini ödemesi gerekir. Sakatlığı bunun bir sonucudur. Sakatlığın hak edilmiş bir cezanın çekilmesi olarak sunulduğunu görüyoruz burada. Ne berbat bir ima…
İkinci değinmek istediğim nokta sakat olan ve olmayan kişiler arasındaki aşkın olabilirliğine dair… Filmin ilk yarısında şahit olduğumuz mutlu aşk sahneleri bende bir ümit yaratmıştı. Çünkü aşina olduğumuz klasik Yeşilçam filmlerinde genelde iki âşık vardır, biri “kötürüm” olur ve aşkından kaçmaya başlar ki, o “mutlu” olsun. İlk bakışta bu film farklıydı. Filmin en başından itibaren ana karakterlerden biri zaten kördü ve çok mutlu bir aşk başladı. Ama işte öyle devam etmedi. Filmin ilerleyen sahnelerinde kör olan karakterin gözü açıldı. Gerçi yukarıda anlattığım gibi, bu sefer diğer karakter sakatlandı. Ama burada da bir ince ayrım var. Birincisi, Ali’nin sakatlığının kalıcı olup olmadığı muğlak bırakılmış filmde. Bir hastane sahnesinde Hazal Ali’ye doktorların yürüyebileceğini söylediklerini belirtiyor. Dolayısıyla Ali koltuk değneklerini bırakacak sanırım. İkincisi, öyle olmasa dahi, Ali’nin sakatlığı toplum nezdinde “başa çıkılabilecek” bir sakatlık olarak konumlandırılıyor. Ali koltuk değneği kullanıyor ve büyük ihtimalle de zamanı gelince onu da bırakacak. Burada bir yandan sakatlığı bir cezalandırma biçimi olarak kullanmanın, öte yandan da toplumun, varlığı ile “başa çıkılabileceği” boyutta bir sakatlık üzerinden bunu yapmanın akıllıca bir yolunun bulunduğunu düşünüyorum. Yani ya eski Yeşilçam filmlerindeki gibi sakat kalınacak ve aşk bitecek, ya da bu filmdeki gibi aşk devam edecek ama sakatlık bitecek. Başka bir seçenek sunulmuyor bize. Berbat ötesi bir ima…
Üçüncü değinmek istediğim nokta, sakat kişilerin kadınlık ve erkeklikle olan ilişkilerinin nasıl tanımlandığı ile ilgili. Hazal henüz gözleri görmezken çocuklar gibi şen… Sesinin tonu, konuşuş şekli, sanki minik sevimli bir yaratık… Belçim Bilgin gibi güzel ve seksi bir kadını almışlar, cimcime bir şey yapmışlar. Buna karşın Ali tam “erkek”… Hem geçmişteki şiddet dolu yaşamı nedeniyle, hem de Hazal ile olan ilişkisinde üstlendiği “koruyucu” kimlik nedeniyle böyle. Filmin bir sahnesinde Hazal patronunun tacizine uğruyor. Ali, “dağlar gibi adam”, Hazal’ı kurtarıyor. Ama öyle böyle değil, kükrüyor, gürlüyor, çağlıyor, bakışları alev saçıyor, falan filan. “Kurtarıcı” erkek ve “kurtarılmaya muhtaç” minik, sevimli kör kadın…. Bu arada filmin bir sahnesinde Ali Hazal’ı lunaparka bile götürüyor. Üstelik Hazal’ın elinde lolipop var ve Ali şunun gibi bir şey diyor: “Şimdi neye binmek istersin?” (yemin ederim böyle oluyor). Öyle cimcime bir şey yani Hazal. Oysa ameliyat sonrasında karşımıza olgun bir kadın olarak çıkıyor Hazal. O lolipoplu kızdan eser yok.
Son değinmek istediğim nokta, filmdeki körlük deneyimine dair hatalı sahnelerle ilgili. Örneğin Hazal Ali’nin koluna gireceğine, Ali Hazal’ın koluna giriyor. Kör arkadaşlarımdan bildiğim üzere, Hazal’ın bastonunu tutuş şeklinde bir sorun olduğunu düşünüyorum. Hele bir sahne var ki, inanılmaz. Ali bir gün Hazal yokken eve girip evi Hazal için erişilebilir yapıyor. Hem de nasıl yapıyor bunu? Kendi gözlerini eşarp ile bağlıyor, evi test ediyor ve dönüştürüyor. O anda içimde hala bir ümit vardı. Düşünüyordum ki, Hazal eve gelecek, Ali’ye kızacak “Rezil adam! Sen gözünü kapamakla kör olabileceğini mi sanıyorsun. Evimi mahvetmişsin. Yıkıl karşımdan, seni terk ediyorum” diyecek… Öyle olmadı. Hazal bir müteşekkir bir müteşekkir… Hayranlıkla “Sen nasıl bir şeysin” dedi Ali’ye.
İşte böyle… Listemdeki ilk film ile olan deneyimim bu şekilde oldu. Hayır, vazgeçmek yok, listeyi tamamlayacağım. Hoşuma giden sahneleri bulursam çok keyifleneceğim. Diğerlerini de sizinle paylaşıp, üzerimdeki yüklerini hafifleteceğim.
Dikmen Bezmez
Dün ilk filmimi izledim. “Sadece Sen”… Başrollerinde Belçim Bilgin ve İbrahim Çelikkol var. Filmin konusuna olabildiğince özetle değinmekte yarar var. Temelde bu bir aşk filmi. Belçim Bilgin (Hazal) genç, kör bir kadını canlandırıyor ve İbrahim Çelikkol ile (Ali) aralarında bir aşk hikayesi var. Film her ikisinin tanışması, birbirlerine aşık olmaları, birbirlerine iyi gelmeleri ile başlıyor. Sonradan ortaya çıkıyor ki, geçmişte Hazal anne ve babası ile çıktığı bir araba yolculuğunda, ki arabayı Hazal kullanmaktadır, bir kaza yapmış; bu kaza sonucu anne ve babası hayatlarını kaybetmiş, Hazal da kör olmuş. Ve yine daha sonra ortaya çıkıyor ki, bu kazanın gerçekleşmesinde farkında olmadan Ali’nin de bir payı olmuş. Şöyle ki: Ali zamanında pis işlere karışmış, sonra pişman olmuş, şimdi o işlerden uzak durmaya çalışan, mutsuz bir adam. İşte o pis işlere karıştığı dönemde bir adamın yüksek bir binadan atlayıp ölmesine neden olmuş. Adam binadan tam düştüğü sırada Hazal ve ailesi oradan arabayla geçmekteymişler, Hazal’ın dikkati dağılmış, kaza yapmış. Bütün bunlar Ali’yi büyük bir vicdan azabına sokar ve Hazal’ın ameliyat olup gözlerinin açılmasını sağlamak ister. Hazal’ın gözleri açılır, ancak Ali ameliyat için gerekli olan parayı kazanmak için yeniden girdiği pis işlerde sakat kalır. Aslında sakat kalıp kalmadığından çok emin olamıyoruz filmde. Koltuk değneğiyle yürüyor Ali. Ama filmin bir yerinde sanki ileride değneksiz de yürüyebileceğini ima eden bir ifade de var. Sonuç itibariyle filmin son sahnesinde Ali değnekle yürüyen bir adam, Hazal’ın gözleri açılmış ve birbirlerine kavuşmuşlar. Şimdi biraz yorum yapmaya çalışacağım ve dört ana noktaya değineceğim.
Bu henüz listemde izlediğim ilk film. O nedenle haksızlık yapmayayım listeme. Ama işte tam da bu film ve benzerleri nedeniyle ben uzak durdum Türk sinemasındaki sakatlık filmlerinden.
İlk değinmek istediğim nokta, filmde sakatlık deneyiminin bir ceza çekme şekli olarak sunulması ile ilgili. Ali Hazal’a “Hazal, ameliyat ol” diye ilk teklifini yaptığında, Hazal kör kalmayı tercih etme nedenini, anne-babasının kazada ölümlerine sebep olması ile açıklıyor. Yani Hazal’ın vicdan azabı çektiğini ve kör kalarak kendini cezalandırdığını, bu şekilde de bu vicdan azabı ile başa çıkmaya çalıştığını anlıyoruz. Hazal kendini körlüğe layık görmüştür, çünkü “suç” işlemiştir. Benzer şekilde, Ali de geçmişte pis işlere bulaşmasının, Hazal’ın yaşadığı kazaya bir anlamda neden olmasının bedelini, filmin sonunda sakat kalarak öder. Ali kendini feda etmiştir, çünkü geçmişte yaptıklarının bedelini ödemesi gerekir. Sakatlığı bunun bir sonucudur. Sakatlığın hak edilmiş bir cezanın çekilmesi olarak sunulduğunu görüyoruz burada. Ne berbat bir ima…
İkinci değinmek istediğim nokta sakat olan ve olmayan kişiler arasındaki aşkın olabilirliğine dair… Filmin ilk yarısında şahit olduğumuz mutlu aşk sahneleri bende bir ümit yaratmıştı. Çünkü aşina olduğumuz klasik Yeşilçam filmlerinde genelde iki âşık vardır, biri “kötürüm” olur ve aşkından kaçmaya başlar ki, o “mutlu” olsun. İlk bakışta bu film farklıydı. Filmin en başından itibaren ana karakterlerden biri zaten kördü ve çok mutlu bir aşk başladı. Ama işte öyle devam etmedi. Filmin ilerleyen sahnelerinde kör olan karakterin gözü açıldı. Gerçi yukarıda anlattığım gibi, bu sefer diğer karakter sakatlandı. Ama burada da bir ince ayrım var. Birincisi, Ali’nin sakatlığının kalıcı olup olmadığı muğlak bırakılmış filmde. Bir hastane sahnesinde Hazal Ali’ye doktorların yürüyebileceğini söylediklerini belirtiyor. Dolayısıyla Ali koltuk değneklerini bırakacak sanırım. İkincisi, öyle olmasa dahi, Ali’nin sakatlığı toplum nezdinde “başa çıkılabilecek” bir sakatlık olarak konumlandırılıyor. Ali koltuk değneği kullanıyor ve büyük ihtimalle de zamanı gelince onu da bırakacak. Burada bir yandan sakatlığı bir cezalandırma biçimi olarak kullanmanın, öte yandan da toplumun, varlığı ile “başa çıkılabileceği” boyutta bir sakatlık üzerinden bunu yapmanın akıllıca bir yolunun bulunduğunu düşünüyorum. Yani ya eski Yeşilçam filmlerindeki gibi sakat kalınacak ve aşk bitecek, ya da bu filmdeki gibi aşk devam edecek ama sakatlık bitecek. Başka bir seçenek sunulmuyor bize. Berbat ötesi bir ima…
Üçüncü değinmek istediğim nokta, sakat kişilerin kadınlık ve erkeklikle olan ilişkilerinin nasıl tanımlandığı ile ilgili. Hazal henüz gözleri görmezken çocuklar gibi şen… Sesinin tonu, konuşuş şekli, sanki minik sevimli bir yaratık… Belçim Bilgin gibi güzel ve seksi bir kadını almışlar, cimcime bir şey yapmışlar. Buna karşın Ali tam “erkek”… Hem geçmişteki şiddet dolu yaşamı nedeniyle, hem de Hazal ile olan ilişkisinde üstlendiği “koruyucu” kimlik nedeniyle böyle. Filmin bir sahnesinde Hazal patronunun tacizine uğruyor. Ali, “dağlar gibi adam”, Hazal’ı kurtarıyor. Ama öyle böyle değil, kükrüyor, gürlüyor, çağlıyor, bakışları alev saçıyor, falan filan. “Kurtarıcı” erkek ve “kurtarılmaya muhtaç” minik, sevimli kör kadın…. Bu arada filmin bir sahnesinde Ali Hazal’ı lunaparka bile götürüyor. Üstelik Hazal’ın elinde lolipop var ve Ali şunun gibi bir şey diyor: “Şimdi neye binmek istersin?” (yemin ederim böyle oluyor). Öyle cimcime bir şey yani Hazal. Oysa ameliyat sonrasında karşımıza olgun bir kadın olarak çıkıyor Hazal. O lolipoplu kızdan eser yok.
Son değinmek istediğim nokta, filmdeki körlük deneyimine dair hatalı sahnelerle ilgili. Örneğin Hazal Ali’nin koluna gireceğine, Ali Hazal’ın koluna giriyor. Kör arkadaşlarımdan bildiğim üzere, Hazal’ın bastonunu tutuş şeklinde bir sorun olduğunu düşünüyorum. Hele bir sahne var ki, inanılmaz. Ali bir gün Hazal yokken eve girip evi Hazal için erişilebilir yapıyor. Hem de nasıl yapıyor bunu? Kendi gözlerini eşarp ile bağlıyor, evi test ediyor ve dönüştürüyor. O anda içimde hala bir ümit vardı. Düşünüyordum ki, Hazal eve gelecek, Ali’ye kızacak “Rezil adam! Sen gözünü kapamakla kör olabileceğini mi sanıyorsun. Evimi mahvetmişsin. Yıkıl karşımdan, seni terk ediyorum” diyecek… Öyle olmadı. Hazal bir müteşekkir bir müteşekkir… Hayranlıkla “Sen nasıl bir şeysin” dedi Ali’ye.
İşte böyle… Listemdeki ilk film ile olan deneyimim bu şekilde oldu. Hayır, vazgeçmek yok, listeyi tamamlayacağım. Hoşuma giden sahneleri bulursam çok keyifleneceğim. Diğerlerini de sizinle paylaşıp, üzerimdeki yüklerini hafifleteceğim.
Dikmen Bezmez