[size=6]Erzincanlı Sezai, 300 Spartalı ve sakat Efialtes… [/size]
M:Ö 480 yılında Mora yarımadasını Balkanlara bağlayan ünlü Termopile dağ geçidi, ülkelerini işgal etmek isteyen 250 bin kişilik Pers ordusuna karşı direnen Kral Leonidas ve üçyüz krallık muhafızıyla yediyüz Tespialının efsanevi direnişine sahne olmuştu. Tarihçi Heredot un anlatılarıyla günümüze kadar gelen bu hikaye kahramanlığın, stratejik düşünmenin ve taktik manevranın zafer abidesi olarak anılmıştır. Bu muharebelerin Yunan tarihinde çok özel bir yeri vardır.
Evet, tahmin edileceği gibi bu tarihi olaydan esinlenerek hazırlanmış ‘300 Spartalı’ filmine gittim ve tarihi bir olayın özünden saptırılıp nasıl da ırkçı bir şova dönüşebileceğini gözlerimle gördüm. Gerek filmden edindiğim izlenimler gerekse filmin hemen ardından kendimce yapmak istediğim küçük bir anket çalışmasında filmde sunulan sakatlık anlayışının yansımalarını çok hızlı ve birinci elden müşahede edebildim.
Film hakkında düşüncelerime geçmeden önce geçtiğimiz günlerde kamuoyunu fazlasıyla meşgul eden ve RTÜK tarafından toplumu şiddete sevkettiği düşüncesiyle sansüre uğrayan Kurtlar Vadisi Terör dizisine yönelik tavrın bu dizinin toplumu şiddete sevkettiği düşüncesine değinmek istiyorum. Hürriyet gazetesinin yaptığı ve 700 bin kişinin katıldığı dev ankettin sonuçları Türk halkının %97 sinin RTÜK ve bu kurumu destekleyen bir kısım medyayla aynı kanıda olmadığını, bu dizinin yasaklanmasını istemediklerini ortaya koymasına rağmen dizi yayından kaldırılmıştı. Her fırsatta halkın düşüncelerini esas almanın demokrasinin olmazsa olmazı olduğunu söyleyen "Demokratlarımızı" anlamak adına oldukça öğretici bir olaydı bu.
Kurtlar Vadisi Irak filmi hakkında Bahçeşehir üniversitesinde yapılan siyaset Meydanında canlı yayında çıkıp bu filmin son derece ucuz, basit bir anlayışı yansıttığını, toplumsal yapının temeline tarikat anlayışını uygun görerek kaba bir tarikat propagandası yaptığını, bu nedenle de yükselen ulusal duyarlılığı temsil edemeyeceğini söylemiştim. Film bana göre her şeyiyle Ulus düşüncesine karşı tohumlar içermekte ve Milliyetçi söylemi kullanarak bizzat Ulus düşüncesinin köklerini zehirlemekteydi. Tabi bunlar benim şahsi düşüncelerimdi ve burada bunları uzun uzun anlatma gereği duymuyorum. Bu diziye değinmemim sebebi, bu diziye yönelik tepkiler üzerinden vizyona giren bu sinema filmine yönelik bakışımızda ek bir pencere açmak nedeniyledir. İçerdiği şiddetin, ırkçılığın sözkonusu aydınlar tarafından nasıl değerlendirileceğini merkala bekliyorum. Düşüncelerim Kurtlar Vadisi dizisi hakkında olumsuz motifler taşısa bile, aslında bu dizinin yasaklanmasındaki garabetin, demokrasi anlayışının keyfiliğinin, işlerine geldiğinde "Halk çocuk değildir bunun bir film olduğunun farkındadır ve buradaki şiddetin "Katarsis" (boşalma) faydası vardır" derken, işlerine gelmediğinde buradaki şiddet görüntülerini "Öğrenme Kuramı" aracılığıyla temellendirerek toplumda şiddete yönelik eğilim oluşturabileceği düşüncesiyle mahkûm etmenin ikiyüzlülüğüyle ilgileniyorum.
Ülkemizde Amerikan kökenli insanların düşmanlarının yüzlercesini bir filmde birer keklik gibi öldürdüğü sayısız dizi var. İnsan öldürmenin Amerikalılar tarafından yapıldığında görsel bir şölen haline dönüştüğü Türk Rambo tarafından yapıldığında ise "Tehlikeli” kabul edildiği garip bir ülkedir burası. Öldürmek yok etmek Batılının tekelindeyse “normal” bir doğulu tarafından yapılırsa “Anormal” dir. Bu yüzden katliam bir doğulu tarafından yapılmışsa mahkum edilmeli ve eski pasif ‘kudretsiz’ konumuna geri itilmelidir. Bu bir film bile olsa böyledir. Ha ille de şarklı katliam yapıyor olarak gösterilmek zorundaysa bu durumda şarklının katliamı öyle bir resmedilmelidir ki bizzat bu öldürme edimi bir trajedi haline getirilip şarklı insanlığın yüz karası olarak gösterilmelidir...İşte bu yüzden şarklı olarak bizim “rambo”nun öldürme kudretinin elinden alınmasını sembolik olarak değerlendirmek gerek. Yani batılının elinde estetize edilen öldürme eylemi, bir “medeniyet zaferi” olarak lanse edilirken doğulunun elinde bir “barbarlık edimi” haline gelmektedir. Öldürme eyleminin kendisi kendine içkin trajedisiyle değerlendirilmemekte ancak tam tesine alakasız bir yönüyle sembolleştirilerek ele alınmakta ve uygulayıcısına atfedilen özelliklerle meşru ya da gayrimeşru kılınmaktadır. Yani Batılı öldürünce bu olumlu bazı anlamlar adına gerçekleştirildiği atfedişi nedeniyle meşru; ama doğulu Rambo(Polat) öldürünce bu sembolik olarak kabul edilemez bir dünya görüşünün galebe çalması olarak sembolize edilerek mahküm edilir. Öldürmenin trajedisi kimsenin umrunda değildir. Birer ağaç kütüğü gibi inlemeden yığılan bedenler normalleşmiştir. Ölenlerin çığlık atması sadece öldürülen bir canavarın çığlığına benzer. Buradaki ses efekti bile bir canavarlığa vurgu yapar. Öldürülen batılıysa bedeni son derece estetik bir şekilde durur. Öldürülmüş amerikan askerleri mesela kesinlikle paramparça; ölümün, yokoluşun, savaşın iğrençliğini yansıtmayacak şekilde sadece "kahramanca toprağa düşen insanüstü canlı" şeklinde betimlenir. İşte bu yüzdendir şu anda ABD de ölü ABD askerlerinin görüntülerinin TV lerde yayımlanma yasağının konulmasının. bu yüzden ölü bir düşman askeri tüm iğrençliği, tüm zaafi,yeti, yenilmişliğin tüm kahrediciliğiyle yansıtılırken bir ABD li için ölüm bile bir yücelme malzemesi olarak kullanılır. İşte Spartalı filminde de düşmanlar aynen bu şekilde ölmektedir; bir hayvan gibi. Ama bir de yunanlıların ölüşünü görün. gidip onlarla ölmek hissi belirir içinizde. Perslerin ölümleri ise bizlerin içgüdüsel olarak öldürmeye, yok etmeye eğilimli doğamızın harcı haline geldikçe içimizdeki öfke ve kin duvarları yükselmektedir oysa. İşte Bu 300 Spartalı filmine bakacağımız pencerelerden birisidir.
Film çok ilginç bir sahneyle başlıyor. Yaşlı bir adam elindeki yeni doğmuş çocuğu evirip çevirip sağına soluna bakıyor. Bir sakatlığı varsa eğer tutup uçurumdan aşağı atacak çünkü. Çünkü Sparta denen üstün mekanda!böyle zayıf çocuklara yer yoktur. Beden, sağlıklı ve öldürmeye tam yetkin halde değilse makbul değildir ve yok edilmelidir! (İnsanın aklına Platon’un ‘Devlet’ Adlı kitabı ve orada sakatlar hakkında söyledikleri geliyor.) İşte bu şekilde sağlam bedenlerle oluşturulan Sparta şehrinde savaşçılar yedi yaşına gelince özel bir eğitime alınır ve öldürmek yok etmek için yetiştirilir. Filmde Kral Leonidas ve korumalarının eski Yunan heykellerinde betimlenen fiziksel görünüşe yakın kişilerden seçildiğini görüyoruz. Kimbilir dünyanın hangi spor salonlarından toplanmış iri yarı, kas yığını, yakışıklı adamlarla Yunan milleti neredeyse Tanrısal bir görünüşe büründürülmüş. Zaten filmin içine serpiştirilen replikler bu anlayışı tavana vurduracak cinsten. Her beş on dakika da bir Yunan milletinin üstünlüğünü, eşsizliğini vurgulayan cümlelerden geçilmiyor. Yani bu film kelimenin tam anlamıyla bir IRKÇILIK abidesi. Bizim “garip Polat” adam öldürürken sadece vatanının bekası için öldürüyordu, böyle ırkçı bir mantıkla hareket etmiyordu. Burada ise kelimenin tam anlamıyla ırkçılık tavana vurmuş. Doğrusu çok şaşırdım çünkü günümüzde böylesi Irkçı bir filmin yapılabileceğini düşünmemiştim. Eğer bu filmdeki yer, kişi ve zaman ayrıntılarını değiştirebilsek rahatlıkla Hitler tarafından Alman Irkı için yapılmış bir çalışma olarak kabul edilebilirdi. (Galiba Hitler böyle bir Irkçı film de yaptırmıştı yanlış hatırlamıyorsam)
Kral Leonidas savaş esnasında insanları doğrarken bir yandan da elma yemektedir! O kan et parçaları arasında elma yiyebilmesininde sembolik bir anlamı var tabi. İnsanlıktan, duygudan böylesi çıkabilmenin, acıma duygusunu bir elbise gibi çıkarıp ruhundan atabilmenin bundan güzel bir anlatımı olamazdı sanırım. Ama aynı duygusuz Kral kendi eşi ve çocuğu sözkonusu olduğunda inanılmaz bir şekilde incelebiliyor ve hatta karısının söylediklerine “emredersin Kraliçem” diye yanıt verebiliyor. Filmin başında teslim olmaları için gelen Pers elçisinin yanında konuşunca Kraliçenin kadın olmasına vurgu yaparak bu durumu eleştiren elçiye Sparta da kadınların söz hakkı olduğu gibi bir şeyler söyleniyor. Oysa Yine Platon ‘un kitabından biliyoruz ki o dönemde Kadınların demokratik sistemde oy hakkı falan yoktu. Yani tıpkı Persleri barbar, hayvani, ruhsuz, alçak gösterdikleri kadar, bir yalanla kendilerine hiç sahip olmadıkları olumlu özellikler atfetmede de cüretkarlar. Film işte bu abukluklar içinde klasik bir ‘propaganda’ çalışmasından ibaret hale geliyor. Çünkü propaganda dediğimiz ikna metodolojisinin en önemli unsurlarını içeriyor. Karşı tarafta tek bir "iyi" nin olmaması, tek yönlü bakış, manipülasyon vb.
Filme seçilen 300 Spartalı ‘çıplak’ savaşıyor. Çünkü karın kaslarının, kaslı bacaklarının, etkileyici göğüs ve kol kaslarının görünmesini istemiş yönetmen. Bu şekilde savaşan zırhsız savaşçılar allameyi cihan olsa yakın çarpışmalarda çabucak devreden çıkacağı gerçeğine yüz dönmüş yönetmen. Çünkü orada "üstün" Yunan ergeğinin tanrısal vucüdu! sergilenmek zorundadır. Ağır çekim sahnelerde bu adamların bir yürüyüşü var ki gerçekten sağlıklı erkek bedeninin görselliği bir büyülü hale içinde sunuluyor izleyiciye. Bu beden öylesine simgeleştirilmiş ki güç ve onur sadece bu bedenlerle sınırlı gibidir. İşte bu yüzden Heredot'un anlatılarında geçen ve bu savaş esnasında hainlik yaparak Pers ordusuna Spartalıların arkasına geçecek gizli geçidi gösteren Efialtes adındaki kişilik bu filmde bir sakat olarak resmedilmiştir. İşte burası çok ilginç; çünkü onursuzluk, zayıflık burada tamamen engelli kimliğiyle özdeş haldedir. Hikayenin aslında bu kişinin sakat olup olmadığını bilimiyoruz ama filmde bu kişi devasa bir kamburu olan yaratık haline gelmiş biridir. Ayrıca sol kolunu kaldıramamakta olduğundan bizzat Kral Leonidas tarafından savaşçıların arasına alınmamıştır. Zaten Efialtes in hain olup Perslilerin safına geçmesi de işte bu reddediliş yüzündendir. Efialtes in tek hayali kendisine bir üniforma verilmesi ve kahramanca savaşmasına izin verilmesidir. Bu sayede Sparta dan kovulan ailesinin onurunu geri kazanabilecektir. Ama heyhat ki sakattır, çirkindir ve o tanrısal yakışıklı heriflerin içinde yeri yoktur. Leonidas onu reddetme sebebi olarak savaş hattında kalkanını kaldıramadığı için hattı zayıflatabileceğini gerekçe göstermiştir. Bu anlayışın sakatlara günümüz yaklaşımını özetleyen bir yanı olduğunu düşünüyorum. Yani bu sakat savaşta binlerce farklı şekillerde değerlendirilebilecekken sırf belli bir taktiğe uygun olmadığı için reddediliyor ve onurunu geri alması elinden alınıyor. (Valla filmde olabildiğince aşağılanan bu kişinin hain olmasını ben hiç yadırgamadım bu yüzden). Günümüzde de sakat bireylerin belli bir fiziksel edimden yoksun olmaları sanki diğer her türlü çabayı da yerine getiremeyecekleri şeklinde yorumlandığından nasıl üretim ilişkilerinden dışlanıyorsa bu film aynen bu anlayışı yansıtmaktadır. Tüm tutkularıyla bu savaşçıların arasına katılmak , onaylanmak, kabul görmek isteyen birine yönelik ısrarlı yoksayma ve bunun mevcut sakatlık gerekçe gösterilerek yapılması günümüz anlayışını ne güzel betimliyor. İşte bu sağlıklı beden ve onur özdeşiminin nasıl bir mekanizma haline getirildiğinin gözlemlenebilmesi için bu film biçilmiş kaftan.
Film sadece sakat bedeni onursuz, sorunlu bir kişilikle özdeş hale getirmekle kalmıyor rakip tarafı da çirkin göstermek için elinden geleni yapıyor. Yunanlılar insanüstü bir güzelliğe sahipken karşı taraf inanılmaz çirkin insanlardan oluşuyor. Oysa biz Farsi Irkın dillere destan güzelliğini biliriz. Hele Farslıları hiç sevmeyen ve okulumda yapılan Siyaset Okulu sertifika programında tanıştığım İranlı bir Türk ün söylediklerini anımsayınca..."Biz İranlı Türkler Farslıları sevmeyiz ama şurası bir gerçek ki Farslılar heykel gibi vucutları olan çok güzel insanlardır. Kadınları bizimkilerden güzel, erkekleri de hem yapılı hemde bizden daha yakışıklıdır" Bu arkadaş Farsçayı, Arapçayı, Türkçeyi ve İngilizceyi ana dili gibi konuşan oldukça eğitimli bir gençti ve Türk milliyetçiliğini Faşistlik derecesinde benimsemiş biriydi. Buna rağmen Fars Milletinin güzelliğinin hakkını vermeden geçemiyor. Ama bu filme baktığınızda bu kişinin yaptığını bile yapamayan, karşıdaki ulusu inanılmaz bir ilkellikle insandışılaştıran bir eğilim sözkonusu. Yani bu filme İran dan gelen tepkiler hiç te haksız değil. İranlılar doğal olarak Büyük İskenderin doğuya yaptığı tarihin en büyük seferlerinden birinde Yunanlıların patates gibi doğradığı insanları, elli bin Yunanlı askerin Persopolis de bırakılıp Persli kadınlardan çocuklar yapmak için görevlendirildiğini unutmamış olacaklar. Hep olduğu gibi "barbarlık sadece Yunanlı olmayanlar tarafından yapılırsa barbarlıktır" Bu durumda İranlılara ne demek gerekir; "bu kadar hassas olmayın bu sadece bir film" mi?
Peki yazımın başlığına eklediğim 'Erzincanlı Sezai' kim? Sezai benim G.Doğuda askerlik yaparken 3. Dağ Komando Tugayında tanıştığım bir arkadaşımdı. Sezai bu filmde gördüğüm o iri yarı kaslı karakterlerden birine inanılmaz şekilde benziyordu. Bu kişi ekranda belirince şok oldum. aradan geçen yılların ardından askerden sonra geçirdiği bir Trafik kazasında kaybettiğimiz Sezai süzülüp birden karşıma çıkıvermişti. Sezai nin tıpkı filmdeki o karakter gibi iki metrecivarında boyu vardı. İri yarı bedeni bir ayıyı bile boğabilecek izlenimi bırakırdı. Kolları benim bacaklarıma yakın kalınlıktaydı. Onu ilk gördüğümde bölüğün kabadayısı olarak bilinen şahsım bile "olm galiba ayvayı yedin" diye içinden geçirmemiş değildi hani . Sezai gibi adamlar normalde komando birliklerine gönderilmezlerdi oysa. Acemi birliğimi yaptığım Isparta Dağ Komando okulunda onun gibi iri yarı adamların hepsini elemiş ve piyade alayına göndermişlerdi. Ne o denli iri yarı ne de aşırı ufak tefek adamlar komando olamazlardı. Ancak bunun istisnası olduğunda da kesinlikle kısa boylu ama oldukça seri hareket edebilen kişilerden seçilirdi. Hiçbir zaman o denli iri yarı adamların Komando yapıldığını görmemiştik. Gerekçesi tahmin edileceği üzere bu denli iri yarı olanların hareket etmelerindeki güçlük, hedef olmaları, seri hareket edememeleriydi. Dar alanlardan çok hızlı geçemeyecek, hızlı hareket edemeyecek kimseler komando yapılamazlardı. İşte bu yüzden onu aramızda gördüğümüzde çok şaşırmıştık. Ama nasıl olmuşsa gelmişti işte. İştima olduğumuzda aramızda bir kule gibi dururdu ve onunla dalga geçerdik. Bazılarımız adını kule koymuştu. Fakat bu arkadaş görünüşünün aksine inanılmaz alçakgönüllüydü. İnanılmaz kas gücüne rağmen başına gelecekleri sezmiş gibiydi. Kısa bir süre sonra diğerlerine nazaran kısa sayılabilecek üç günlük yürüyüş içeren bir operasyona çıktık. Sezai benim timimdeydi ve o devasa cüssesi nedeniyle kendisine bir makineli tüfek ve bol mermi şeridi verilmişti. Operasyonun ikinci günü elimdeki telsizden bir bağış geldi. Tim komutanım beni geriye çağırıyordu. Timin öncüsü olduğum için dur işareti verdim ve geriye döndüm. Gördüğüm manzara tam bir hayal kırıklığıydı. Sezai boyluboyunca uzanmış, arkadaşlar etrafına toplanmış onu ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Üzerindeki tüm mühimmat, silah vb alınmış olmasına rağmen o devasa cüssesini daha fazla taşıyamıyordu. Sezai o koca bedeniyle sıfırı tüketmişti. Olan timdeki diğer arkadaşlara oldu. Çünkü onun mühimatını da onlar taşımak zorunda kaldı. Sezai yüzünden çok vakit kaybettik. Daha sonra ikmal için gelen bir helikopterle geriye kışlaya gönderildi ve bir daha operasyona çıkmadı. Onu banyo sorumlusu yaptılar ve bir daha öyle iri yarı birini time sokmamaya yemin ettiler.
Sezai yi anlatmamım sebebi 300 Spartalı filminde kendisine tıpatıp benzeyen savaşçının inanılmaz seri hareket edebilmesinde bulduğum garipliktir. Yıllarca spor yaparak tabiî ki insan çevikleşebilir ve Sezai genelleme yapmak için doğru değildir belki. Ama komando tugaylarına bu şekilde iri yarı tiplerin alınmamasının mantıklı bir gerekçesi olduğu tecrübelerle sabittir. Demek istediğim filmde gösterilen o iri yarı heykelimsi tipler gerçek bir savaşa girmiş olsalardı muhtemelen en erken telef olacak kişiler olurlardı. Ama bu filmde bu kişilerin bedenlerinden beklenmeyecek denli kıvrak olduklarını görüyoruz. Yıllarını spora vermiş birisi olarak o kaslı bedenlerin body salonlarında yapıldığını, ve biz sporcuların ‘mekanik kas’ dediğimiz şekilde şişirilmiş olduklarını anlamak zor değil. Oysa her sporcunun bilebileceği üzere gerçek manevra yetisi “organik kas” ile mümkündür. Yani bir Body salonunda yaptığınız kas mekanik kastır ve sizi kesinlikle yavaşlatacaktır. Oysa mekikle şnavla, barfiksle, koşarak kısaca kendi vucüdunuzu kullanarak yaptığınız kas sizi hızlı kılacaktır. Fakat tam burada bir hataya düşmekten korkarım.
Bu insanların tamamen görselliğe hitap ettiklerini ve gerçekte savaş esnasında öldürme yetilerinin olmadığını dile getirirken sanki “yok aslında bu tür bedenler iyi öldüremez asıl iyi adam öldürecek bedenler daha kısa, seri ve kıvrak bedenlerdir” demek istemiyorum tabi. Bu heykelimsi bedenlerin sembolleştirilmesinin mantığına değinmek istiyorum. Çünkü işlevsel olarak atfedildikleri edimleri gerçekleştirme melekeleri son derece zayıf olmalarına rağmen sadece algılamadaki beden imgesine dair birer sembol haline getirildikleri için önemliler. Yani işlevsel yanları değil de sembolik yanları önemli. Buradaki tutarsızlığın vurgulanması işlevin kutsanması adına değil de aksine işlevin de ötesine geçen sembolik anlamla nasıl da sarmalandığımızı vurgulamak içindir.
Evet filmde anlatı böyle olunca ben de içimdeki araştırmacıya engel olamadım. Salondan çıkınca önüme gelen gençleri çevirip film hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istedim. İlginçtir bazıları benimle konuşmak istemediler. Hatta şaşıracaksınız belki ama benden korktular. Bana korku dolu gözlerle bakıp hızlı adımlarla uzaklaşanların sayısı sanırım sekizden fazlaydı.Güleyim mi şaşırayım mı şaşırdım kaldım. Sanırım filmdeki kambur karakterin etkisindeydiler hala. Evet ben o kadar çirkin değilim tabi ama sonuçta sakatım ne olur ne olmaz ! Gülüyorum ama bu kadar acı işte durum. Yine devam ettim çıkanlara film hakkındaki düşüncelerini sormaya. Bazısı “Abi bunlar resmen yunan propagandası yapmış hem de en ucuzundan yav” dedi. Kimisi “ yav bence çok güzel di. Görsellik mükemmel” diye ekledi. Bir genç “Abi bu yunanlar bu kadar kahraman da niye İzmir de Deniz sefası yapmak zorunda kaldılar?” Dedi. Yanındaki kızlar da bastı kahkahayı. Yine genç bir kız (Buna şaşırdım) “Başkomutanlık meydan savaşında bunların hatlarını dünyada hiçbir ordunun geçemeyeceğini iddia ettikleri safları bizim askerlerimiz iki saatte geçmişti. Gerçek Spartalı arıyorlarsa gelsinler biz gösterelim” dedi. Hemen yanındaki kız atıldı. “Yahu” dedi “bunlar duymamış mı Çanakkale Geçilmez” sözünü. Etrafım bir grup gençle çevrilmişti. Sanırım herkes bu konuda bir şeyler söylemek istiyordu. Baktım hava iyi “peki” dedim, “O bedenler hakkında ne düşünüyorsunuz? Yani hepsi heykel gibiydi ve sakat olan ise kötü karakterdi”
Şaşkın şaşkın yüzüme baktılar. Kızlar kıkırdayarak gerçekten çok yakışıklı olduklarını
söyledi. Hiç kimsenin garibine gitmemişti bu durum. Bir tanesi “yunanlılar bu kadar yakışıklı değiller” dedi sadece. (Benim böyle bir şey duymak istediğimi sanmış olmalıydı.)
Bence bu filmde yenilen tek bir kişi vardı O da Pers kralı Zerhas’ın yanında Kral Leonidas a ölmeden önce teslim olmasını söyleyen sakat ve kambur karakter Efialtes di. Ve o esnada Kral Leonidas ın bu kişiye söylediği sözler bence filmin en önemli repliğiydi.
“Sen sonsuza kadar yaşayacaksın Efialtes”
Yani "senin gibi hainler her zaman olacaklar" denilmek istenerek ve bu hainlik de doğal olarak sakat bedenle özdeştirilerek filmin ırkçı retoriği tamamlanıyordu.
Evet Efialtes "her zaman olacak". İşte bizler tıpkı onun gibi dışlanan, sakatlıkları nedeniyle hayatın dışına atılan, sağlam bedenlere atfedilen tüm duygulardan; onurdan, şereften, aşktan, üretmekten ve başarıdan dışlanmaya devam ediyoruz. Kral Zerhas Efialtes i kandırmak için kadınlarla onu etkilemiş ve onun aşka olan susuzluğunu kullanmıştı.
Günümüz Efialtes leri hainlik yapmadan , aşksız, onursuz, başarısız, zafersiz yaşamaya devam ediyor...
Yazan;
Efialtes…
M:Ö 480 yılında Mora yarımadasını Balkanlara bağlayan ünlü Termopile dağ geçidi, ülkelerini işgal etmek isteyen 250 bin kişilik Pers ordusuna karşı direnen Kral Leonidas ve üçyüz krallık muhafızıyla yediyüz Tespialının efsanevi direnişine sahne olmuştu. Tarihçi Heredot un anlatılarıyla günümüze kadar gelen bu hikaye kahramanlığın, stratejik düşünmenin ve taktik manevranın zafer abidesi olarak anılmıştır. Bu muharebelerin Yunan tarihinde çok özel bir yeri vardır.
Evet, tahmin edileceği gibi bu tarihi olaydan esinlenerek hazırlanmış ‘300 Spartalı’ filmine gittim ve tarihi bir olayın özünden saptırılıp nasıl da ırkçı bir şova dönüşebileceğini gözlerimle gördüm. Gerek filmden edindiğim izlenimler gerekse filmin hemen ardından kendimce yapmak istediğim küçük bir anket çalışmasında filmde sunulan sakatlık anlayışının yansımalarını çok hızlı ve birinci elden müşahede edebildim.
Film hakkında düşüncelerime geçmeden önce geçtiğimiz günlerde kamuoyunu fazlasıyla meşgul eden ve RTÜK tarafından toplumu şiddete sevkettiği düşüncesiyle sansüre uğrayan Kurtlar Vadisi Terör dizisine yönelik tavrın bu dizinin toplumu şiddete sevkettiği düşüncesine değinmek istiyorum. Hürriyet gazetesinin yaptığı ve 700 bin kişinin katıldığı dev ankettin sonuçları Türk halkının %97 sinin RTÜK ve bu kurumu destekleyen bir kısım medyayla aynı kanıda olmadığını, bu dizinin yasaklanmasını istemediklerini ortaya koymasına rağmen dizi yayından kaldırılmıştı. Her fırsatta halkın düşüncelerini esas almanın demokrasinin olmazsa olmazı olduğunu söyleyen "Demokratlarımızı" anlamak adına oldukça öğretici bir olaydı bu.
Kurtlar Vadisi Irak filmi hakkında Bahçeşehir üniversitesinde yapılan siyaset Meydanında canlı yayında çıkıp bu filmin son derece ucuz, basit bir anlayışı yansıttığını, toplumsal yapının temeline tarikat anlayışını uygun görerek kaba bir tarikat propagandası yaptığını, bu nedenle de yükselen ulusal duyarlılığı temsil edemeyeceğini söylemiştim. Film bana göre her şeyiyle Ulus düşüncesine karşı tohumlar içermekte ve Milliyetçi söylemi kullanarak bizzat Ulus düşüncesinin köklerini zehirlemekteydi. Tabi bunlar benim şahsi düşüncelerimdi ve burada bunları uzun uzun anlatma gereği duymuyorum. Bu diziye değinmemim sebebi, bu diziye yönelik tepkiler üzerinden vizyona giren bu sinema filmine yönelik bakışımızda ek bir pencere açmak nedeniyledir. İçerdiği şiddetin, ırkçılığın sözkonusu aydınlar tarafından nasıl değerlendirileceğini merkala bekliyorum. Düşüncelerim Kurtlar Vadisi dizisi hakkında olumsuz motifler taşısa bile, aslında bu dizinin yasaklanmasındaki garabetin, demokrasi anlayışının keyfiliğinin, işlerine geldiğinde "Halk çocuk değildir bunun bir film olduğunun farkındadır ve buradaki şiddetin "Katarsis" (boşalma) faydası vardır" derken, işlerine gelmediğinde buradaki şiddet görüntülerini "Öğrenme Kuramı" aracılığıyla temellendirerek toplumda şiddete yönelik eğilim oluşturabileceği düşüncesiyle mahkûm etmenin ikiyüzlülüğüyle ilgileniyorum.
Ülkemizde Amerikan kökenli insanların düşmanlarının yüzlercesini bir filmde birer keklik gibi öldürdüğü sayısız dizi var. İnsan öldürmenin Amerikalılar tarafından yapıldığında görsel bir şölen haline dönüştüğü Türk Rambo tarafından yapıldığında ise "Tehlikeli” kabul edildiği garip bir ülkedir burası. Öldürmek yok etmek Batılının tekelindeyse “normal” bir doğulu tarafından yapılırsa “Anormal” dir. Bu yüzden katliam bir doğulu tarafından yapılmışsa mahkum edilmeli ve eski pasif ‘kudretsiz’ konumuna geri itilmelidir. Bu bir film bile olsa böyledir. Ha ille de şarklı katliam yapıyor olarak gösterilmek zorundaysa bu durumda şarklının katliamı öyle bir resmedilmelidir ki bizzat bu öldürme edimi bir trajedi haline getirilip şarklı insanlığın yüz karası olarak gösterilmelidir...İşte bu yüzden şarklı olarak bizim “rambo”nun öldürme kudretinin elinden alınmasını sembolik olarak değerlendirmek gerek. Yani batılının elinde estetize edilen öldürme eylemi, bir “medeniyet zaferi” olarak lanse edilirken doğulunun elinde bir “barbarlık edimi” haline gelmektedir. Öldürme eyleminin kendisi kendine içkin trajedisiyle değerlendirilmemekte ancak tam tesine alakasız bir yönüyle sembolleştirilerek ele alınmakta ve uygulayıcısına atfedilen özelliklerle meşru ya da gayrimeşru kılınmaktadır. Yani Batılı öldürünce bu olumlu bazı anlamlar adına gerçekleştirildiği atfedişi nedeniyle meşru; ama doğulu Rambo(Polat) öldürünce bu sembolik olarak kabul edilemez bir dünya görüşünün galebe çalması olarak sembolize edilerek mahküm edilir. Öldürmenin trajedisi kimsenin umrunda değildir. Birer ağaç kütüğü gibi inlemeden yığılan bedenler normalleşmiştir. Ölenlerin çığlık atması sadece öldürülen bir canavarın çığlığına benzer. Buradaki ses efekti bile bir canavarlığa vurgu yapar. Öldürülen batılıysa bedeni son derece estetik bir şekilde durur. Öldürülmüş amerikan askerleri mesela kesinlikle paramparça; ölümün, yokoluşun, savaşın iğrençliğini yansıtmayacak şekilde sadece "kahramanca toprağa düşen insanüstü canlı" şeklinde betimlenir. İşte bu yüzdendir şu anda ABD de ölü ABD askerlerinin görüntülerinin TV lerde yayımlanma yasağının konulmasının. bu yüzden ölü bir düşman askeri tüm iğrençliği, tüm zaafi,yeti, yenilmişliğin tüm kahrediciliğiyle yansıtılırken bir ABD li için ölüm bile bir yücelme malzemesi olarak kullanılır. İşte Spartalı filminde de düşmanlar aynen bu şekilde ölmektedir; bir hayvan gibi. Ama bir de yunanlıların ölüşünü görün. gidip onlarla ölmek hissi belirir içinizde. Perslerin ölümleri ise bizlerin içgüdüsel olarak öldürmeye, yok etmeye eğilimli doğamızın harcı haline geldikçe içimizdeki öfke ve kin duvarları yükselmektedir oysa. İşte Bu 300 Spartalı filmine bakacağımız pencerelerden birisidir.
Film çok ilginç bir sahneyle başlıyor. Yaşlı bir adam elindeki yeni doğmuş çocuğu evirip çevirip sağına soluna bakıyor. Bir sakatlığı varsa eğer tutup uçurumdan aşağı atacak çünkü. Çünkü Sparta denen üstün mekanda!böyle zayıf çocuklara yer yoktur. Beden, sağlıklı ve öldürmeye tam yetkin halde değilse makbul değildir ve yok edilmelidir! (İnsanın aklına Platon’un ‘Devlet’ Adlı kitabı ve orada sakatlar hakkında söyledikleri geliyor.) İşte bu şekilde sağlam bedenlerle oluşturulan Sparta şehrinde savaşçılar yedi yaşına gelince özel bir eğitime alınır ve öldürmek yok etmek için yetiştirilir. Filmde Kral Leonidas ve korumalarının eski Yunan heykellerinde betimlenen fiziksel görünüşe yakın kişilerden seçildiğini görüyoruz. Kimbilir dünyanın hangi spor salonlarından toplanmış iri yarı, kas yığını, yakışıklı adamlarla Yunan milleti neredeyse Tanrısal bir görünüşe büründürülmüş. Zaten filmin içine serpiştirilen replikler bu anlayışı tavana vurduracak cinsten. Her beş on dakika da bir Yunan milletinin üstünlüğünü, eşsizliğini vurgulayan cümlelerden geçilmiyor. Yani bu film kelimenin tam anlamıyla bir IRKÇILIK abidesi. Bizim “garip Polat” adam öldürürken sadece vatanının bekası için öldürüyordu, böyle ırkçı bir mantıkla hareket etmiyordu. Burada ise kelimenin tam anlamıyla ırkçılık tavana vurmuş. Doğrusu çok şaşırdım çünkü günümüzde böylesi Irkçı bir filmin yapılabileceğini düşünmemiştim. Eğer bu filmdeki yer, kişi ve zaman ayrıntılarını değiştirebilsek rahatlıkla Hitler tarafından Alman Irkı için yapılmış bir çalışma olarak kabul edilebilirdi. (Galiba Hitler böyle bir Irkçı film de yaptırmıştı yanlış hatırlamıyorsam)
Kral Leonidas savaş esnasında insanları doğrarken bir yandan da elma yemektedir! O kan et parçaları arasında elma yiyebilmesininde sembolik bir anlamı var tabi. İnsanlıktan, duygudan böylesi çıkabilmenin, acıma duygusunu bir elbise gibi çıkarıp ruhundan atabilmenin bundan güzel bir anlatımı olamazdı sanırım. Ama aynı duygusuz Kral kendi eşi ve çocuğu sözkonusu olduğunda inanılmaz bir şekilde incelebiliyor ve hatta karısının söylediklerine “emredersin Kraliçem” diye yanıt verebiliyor. Filmin başında teslim olmaları için gelen Pers elçisinin yanında konuşunca Kraliçenin kadın olmasına vurgu yaparak bu durumu eleştiren elçiye Sparta da kadınların söz hakkı olduğu gibi bir şeyler söyleniyor. Oysa Yine Platon ‘un kitabından biliyoruz ki o dönemde Kadınların demokratik sistemde oy hakkı falan yoktu. Yani tıpkı Persleri barbar, hayvani, ruhsuz, alçak gösterdikleri kadar, bir yalanla kendilerine hiç sahip olmadıkları olumlu özellikler atfetmede de cüretkarlar. Film işte bu abukluklar içinde klasik bir ‘propaganda’ çalışmasından ibaret hale geliyor. Çünkü propaganda dediğimiz ikna metodolojisinin en önemli unsurlarını içeriyor. Karşı tarafta tek bir "iyi" nin olmaması, tek yönlü bakış, manipülasyon vb.
Filme seçilen 300 Spartalı ‘çıplak’ savaşıyor. Çünkü karın kaslarının, kaslı bacaklarının, etkileyici göğüs ve kol kaslarının görünmesini istemiş yönetmen. Bu şekilde savaşan zırhsız savaşçılar allameyi cihan olsa yakın çarpışmalarda çabucak devreden çıkacağı gerçeğine yüz dönmüş yönetmen. Çünkü orada "üstün" Yunan ergeğinin tanrısal vucüdu! sergilenmek zorundadır. Ağır çekim sahnelerde bu adamların bir yürüyüşü var ki gerçekten sağlıklı erkek bedeninin görselliği bir büyülü hale içinde sunuluyor izleyiciye. Bu beden öylesine simgeleştirilmiş ki güç ve onur sadece bu bedenlerle sınırlı gibidir. İşte bu yüzden Heredot'un anlatılarında geçen ve bu savaş esnasında hainlik yaparak Pers ordusuna Spartalıların arkasına geçecek gizli geçidi gösteren Efialtes adındaki kişilik bu filmde bir sakat olarak resmedilmiştir. İşte burası çok ilginç; çünkü onursuzluk, zayıflık burada tamamen engelli kimliğiyle özdeş haldedir. Hikayenin aslında bu kişinin sakat olup olmadığını bilimiyoruz ama filmde bu kişi devasa bir kamburu olan yaratık haline gelmiş biridir. Ayrıca sol kolunu kaldıramamakta olduğundan bizzat Kral Leonidas tarafından savaşçıların arasına alınmamıştır. Zaten Efialtes in hain olup Perslilerin safına geçmesi de işte bu reddediliş yüzündendir. Efialtes in tek hayali kendisine bir üniforma verilmesi ve kahramanca savaşmasına izin verilmesidir. Bu sayede Sparta dan kovulan ailesinin onurunu geri kazanabilecektir. Ama heyhat ki sakattır, çirkindir ve o tanrısal yakışıklı heriflerin içinde yeri yoktur. Leonidas onu reddetme sebebi olarak savaş hattında kalkanını kaldıramadığı için hattı zayıflatabileceğini gerekçe göstermiştir. Bu anlayışın sakatlara günümüz yaklaşımını özetleyen bir yanı olduğunu düşünüyorum. Yani bu sakat savaşta binlerce farklı şekillerde değerlendirilebilecekken sırf belli bir taktiğe uygun olmadığı için reddediliyor ve onurunu geri alması elinden alınıyor. (Valla filmde olabildiğince aşağılanan bu kişinin hain olmasını ben hiç yadırgamadım bu yüzden). Günümüzde de sakat bireylerin belli bir fiziksel edimden yoksun olmaları sanki diğer her türlü çabayı da yerine getiremeyecekleri şeklinde yorumlandığından nasıl üretim ilişkilerinden dışlanıyorsa bu film aynen bu anlayışı yansıtmaktadır. Tüm tutkularıyla bu savaşçıların arasına katılmak , onaylanmak, kabul görmek isteyen birine yönelik ısrarlı yoksayma ve bunun mevcut sakatlık gerekçe gösterilerek yapılması günümüz anlayışını ne güzel betimliyor. İşte bu sağlıklı beden ve onur özdeşiminin nasıl bir mekanizma haline getirildiğinin gözlemlenebilmesi için bu film biçilmiş kaftan.
Film sadece sakat bedeni onursuz, sorunlu bir kişilikle özdeş hale getirmekle kalmıyor rakip tarafı da çirkin göstermek için elinden geleni yapıyor. Yunanlılar insanüstü bir güzelliğe sahipken karşı taraf inanılmaz çirkin insanlardan oluşuyor. Oysa biz Farsi Irkın dillere destan güzelliğini biliriz. Hele Farslıları hiç sevmeyen ve okulumda yapılan Siyaset Okulu sertifika programında tanıştığım İranlı bir Türk ün söylediklerini anımsayınca..."Biz İranlı Türkler Farslıları sevmeyiz ama şurası bir gerçek ki Farslılar heykel gibi vucutları olan çok güzel insanlardır. Kadınları bizimkilerden güzel, erkekleri de hem yapılı hemde bizden daha yakışıklıdır" Bu arkadaş Farsçayı, Arapçayı, Türkçeyi ve İngilizceyi ana dili gibi konuşan oldukça eğitimli bir gençti ve Türk milliyetçiliğini Faşistlik derecesinde benimsemiş biriydi. Buna rağmen Fars Milletinin güzelliğinin hakkını vermeden geçemiyor. Ama bu filme baktığınızda bu kişinin yaptığını bile yapamayan, karşıdaki ulusu inanılmaz bir ilkellikle insandışılaştıran bir eğilim sözkonusu. Yani bu filme İran dan gelen tepkiler hiç te haksız değil. İranlılar doğal olarak Büyük İskenderin doğuya yaptığı tarihin en büyük seferlerinden birinde Yunanlıların patates gibi doğradığı insanları, elli bin Yunanlı askerin Persopolis de bırakılıp Persli kadınlardan çocuklar yapmak için görevlendirildiğini unutmamış olacaklar. Hep olduğu gibi "barbarlık sadece Yunanlı olmayanlar tarafından yapılırsa barbarlıktır" Bu durumda İranlılara ne demek gerekir; "bu kadar hassas olmayın bu sadece bir film" mi?
Peki yazımın başlığına eklediğim 'Erzincanlı Sezai' kim? Sezai benim G.Doğuda askerlik yaparken 3. Dağ Komando Tugayında tanıştığım bir arkadaşımdı. Sezai bu filmde gördüğüm o iri yarı kaslı karakterlerden birine inanılmaz şekilde benziyordu. Bu kişi ekranda belirince şok oldum. aradan geçen yılların ardından askerden sonra geçirdiği bir Trafik kazasında kaybettiğimiz Sezai süzülüp birden karşıma çıkıvermişti. Sezai nin tıpkı filmdeki o karakter gibi iki metrecivarında boyu vardı. İri yarı bedeni bir ayıyı bile boğabilecek izlenimi bırakırdı. Kolları benim bacaklarıma yakın kalınlıktaydı. Onu ilk gördüğümde bölüğün kabadayısı olarak bilinen şahsım bile "olm galiba ayvayı yedin" diye içinden geçirmemiş değildi hani . Sezai gibi adamlar normalde komando birliklerine gönderilmezlerdi oysa. Acemi birliğimi yaptığım Isparta Dağ Komando okulunda onun gibi iri yarı adamların hepsini elemiş ve piyade alayına göndermişlerdi. Ne o denli iri yarı ne de aşırı ufak tefek adamlar komando olamazlardı. Ancak bunun istisnası olduğunda da kesinlikle kısa boylu ama oldukça seri hareket edebilen kişilerden seçilirdi. Hiçbir zaman o denli iri yarı adamların Komando yapıldığını görmemiştik. Gerekçesi tahmin edileceği üzere bu denli iri yarı olanların hareket etmelerindeki güçlük, hedef olmaları, seri hareket edememeleriydi. Dar alanlardan çok hızlı geçemeyecek, hızlı hareket edemeyecek kimseler komando yapılamazlardı. İşte bu yüzden onu aramızda gördüğümüzde çok şaşırmıştık. Ama nasıl olmuşsa gelmişti işte. İştima olduğumuzda aramızda bir kule gibi dururdu ve onunla dalga geçerdik. Bazılarımız adını kule koymuştu. Fakat bu arkadaş görünüşünün aksine inanılmaz alçakgönüllüydü. İnanılmaz kas gücüne rağmen başına gelecekleri sezmiş gibiydi. Kısa bir süre sonra diğerlerine nazaran kısa sayılabilecek üç günlük yürüyüş içeren bir operasyona çıktık. Sezai benim timimdeydi ve o devasa cüssesi nedeniyle kendisine bir makineli tüfek ve bol mermi şeridi verilmişti. Operasyonun ikinci günü elimdeki telsizden bir bağış geldi. Tim komutanım beni geriye çağırıyordu. Timin öncüsü olduğum için dur işareti verdim ve geriye döndüm. Gördüğüm manzara tam bir hayal kırıklığıydı. Sezai boyluboyunca uzanmış, arkadaşlar etrafına toplanmış onu ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Üzerindeki tüm mühimmat, silah vb alınmış olmasına rağmen o devasa cüssesini daha fazla taşıyamıyordu. Sezai o koca bedeniyle sıfırı tüketmişti. Olan timdeki diğer arkadaşlara oldu. Çünkü onun mühimatını da onlar taşımak zorunda kaldı. Sezai yüzünden çok vakit kaybettik. Daha sonra ikmal için gelen bir helikopterle geriye kışlaya gönderildi ve bir daha operasyona çıkmadı. Onu banyo sorumlusu yaptılar ve bir daha öyle iri yarı birini time sokmamaya yemin ettiler.
Sezai yi anlatmamım sebebi 300 Spartalı filminde kendisine tıpatıp benzeyen savaşçının inanılmaz seri hareket edebilmesinde bulduğum garipliktir. Yıllarca spor yaparak tabiî ki insan çevikleşebilir ve Sezai genelleme yapmak için doğru değildir belki. Ama komando tugaylarına bu şekilde iri yarı tiplerin alınmamasının mantıklı bir gerekçesi olduğu tecrübelerle sabittir. Demek istediğim filmde gösterilen o iri yarı heykelimsi tipler gerçek bir savaşa girmiş olsalardı muhtemelen en erken telef olacak kişiler olurlardı. Ama bu filmde bu kişilerin bedenlerinden beklenmeyecek denli kıvrak olduklarını görüyoruz. Yıllarını spora vermiş birisi olarak o kaslı bedenlerin body salonlarında yapıldığını, ve biz sporcuların ‘mekanik kas’ dediğimiz şekilde şişirilmiş olduklarını anlamak zor değil. Oysa her sporcunun bilebileceği üzere gerçek manevra yetisi “organik kas” ile mümkündür. Yani bir Body salonunda yaptığınız kas mekanik kastır ve sizi kesinlikle yavaşlatacaktır. Oysa mekikle şnavla, barfiksle, koşarak kısaca kendi vucüdunuzu kullanarak yaptığınız kas sizi hızlı kılacaktır. Fakat tam burada bir hataya düşmekten korkarım.
Bu insanların tamamen görselliğe hitap ettiklerini ve gerçekte savaş esnasında öldürme yetilerinin olmadığını dile getirirken sanki “yok aslında bu tür bedenler iyi öldüremez asıl iyi adam öldürecek bedenler daha kısa, seri ve kıvrak bedenlerdir” demek istemiyorum tabi. Bu heykelimsi bedenlerin sembolleştirilmesinin mantığına değinmek istiyorum. Çünkü işlevsel olarak atfedildikleri edimleri gerçekleştirme melekeleri son derece zayıf olmalarına rağmen sadece algılamadaki beden imgesine dair birer sembol haline getirildikleri için önemliler. Yani işlevsel yanları değil de sembolik yanları önemli. Buradaki tutarsızlığın vurgulanması işlevin kutsanması adına değil de aksine işlevin de ötesine geçen sembolik anlamla nasıl da sarmalandığımızı vurgulamak içindir.
Evet filmde anlatı böyle olunca ben de içimdeki araştırmacıya engel olamadım. Salondan çıkınca önüme gelen gençleri çevirip film hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istedim. İlginçtir bazıları benimle konuşmak istemediler. Hatta şaşıracaksınız belki ama benden korktular. Bana korku dolu gözlerle bakıp hızlı adımlarla uzaklaşanların sayısı sanırım sekizden fazlaydı.Güleyim mi şaşırayım mı şaşırdım kaldım. Sanırım filmdeki kambur karakterin etkisindeydiler hala. Evet ben o kadar çirkin değilim tabi ama sonuçta sakatım ne olur ne olmaz ! Gülüyorum ama bu kadar acı işte durum. Yine devam ettim çıkanlara film hakkındaki düşüncelerini sormaya. Bazısı “Abi bunlar resmen yunan propagandası yapmış hem de en ucuzundan yav” dedi. Kimisi “ yav bence çok güzel di. Görsellik mükemmel” diye ekledi. Bir genç “Abi bu yunanlar bu kadar kahraman da niye İzmir de Deniz sefası yapmak zorunda kaldılar?” Dedi. Yanındaki kızlar da bastı kahkahayı. Yine genç bir kız (Buna şaşırdım) “Başkomutanlık meydan savaşında bunların hatlarını dünyada hiçbir ordunun geçemeyeceğini iddia ettikleri safları bizim askerlerimiz iki saatte geçmişti. Gerçek Spartalı arıyorlarsa gelsinler biz gösterelim” dedi. Hemen yanındaki kız atıldı. “Yahu” dedi “bunlar duymamış mı Çanakkale Geçilmez” sözünü. Etrafım bir grup gençle çevrilmişti. Sanırım herkes bu konuda bir şeyler söylemek istiyordu. Baktım hava iyi “peki” dedim, “O bedenler hakkında ne düşünüyorsunuz? Yani hepsi heykel gibiydi ve sakat olan ise kötü karakterdi”
Şaşkın şaşkın yüzüme baktılar. Kızlar kıkırdayarak gerçekten çok yakışıklı olduklarını
söyledi. Hiç kimsenin garibine gitmemişti bu durum. Bir tanesi “yunanlılar bu kadar yakışıklı değiller” dedi sadece. (Benim böyle bir şey duymak istediğimi sanmış olmalıydı.)
Bence bu filmde yenilen tek bir kişi vardı O da Pers kralı Zerhas’ın yanında Kral Leonidas a ölmeden önce teslim olmasını söyleyen sakat ve kambur karakter Efialtes di. Ve o esnada Kral Leonidas ın bu kişiye söylediği sözler bence filmin en önemli repliğiydi.
“Sen sonsuza kadar yaşayacaksın Efialtes”
Yani "senin gibi hainler her zaman olacaklar" denilmek istenerek ve bu hainlik de doğal olarak sakat bedenle özdeştirilerek filmin ırkçı retoriği tamamlanıyordu.
Evet Efialtes "her zaman olacak". İşte bizler tıpkı onun gibi dışlanan, sakatlıkları nedeniyle hayatın dışına atılan, sağlam bedenlere atfedilen tüm duygulardan; onurdan, şereften, aşktan, üretmekten ve başarıdan dışlanmaya devam ediyoruz. Kral Zerhas Efialtes i kandırmak için kadınlarla onu etkilemiş ve onun aşka olan susuzluğunu kullanmıştı.
Günümüz Efialtes leri hainlik yapmadan , aşksız, onursuz, başarısız, zafersiz yaşamaya devam ediyor...
Yazan;
Efialtes…