Gri tonlarını sevmiyorum, bende hep belirsizlik ve tedirginlik yaratıyor.Pencereden dışarı baktım da, gökyüzü de gri.. Ahh !!! Perşembe Hırsızı yine aklıma getirdin;
Gök gri,
Deniz gri,
İçimde;
Yağmayan yağmurların serinliği....
"Bu başlık da ne?" mi diyorsunuz acaba?..
Bilmiyorum, ama ben insanların büyük bir çoğunluğunun yaşamlarını Red Etmek üzerine kurguladığını düşünmekteyim.
Red etmek!!!!.... Söz konusu sanat oldu mu, sanatın var olma sebebi. Çünkü sanatın ve doğal olarak onun uygulayıcıları olan sanatçıların üretkenliğinin ve devamlılığının ana maddesidir. " Kabul " ile sanatta bir yere varılmaz. Doğal olarak sorgulamanın, yargılamanın ve yeni fikirler üretmenin kaynağını oluşturur red etmek.
Sancılıdır !...... Hiçte kolay değildir insan bünyesi için bu gelgitlerde dolanmak. Haykırışları içinde barındırır ve dayanılmaz ağrılıdır.
Ama red etmek yaşantımızın hemen her kesiminde karşımıza çıkan bir olgu olmaya başladı. Ya da tam tersi olarak teslimiyetçi bir anlamda " kabul "
İkisinin arasında bir yerde olamazmıyız acaba?...Bu ikisinin arası yer neresi?
Sanatta bir üretkenliği simgelesede toplumu oluşturan bireylerin kendi dünyasında, yada bazen toplumlarda bile bir daraltmanın simgesi olabilir red etmek.
İnsan olarak red etme hakkımız çok doğal gibi gözükse de ben red etme yerine eleştiriyi bu anlamda insanlara daha çok yakıştırıyorum.Kuşkusuz beğenmeme, hoşlanmama gibi kişisel seçimlerimiz vardır. Ve bunları nedenleriyle bilimsel olarak ortaya koyabildiğimizde nefes alışımız daha rahattır aslında.
Ama hayır !... Biz nefes almamızı zorlaştırmak için elimizden ne gelirse yapmaya devam ediyoruz. Kendi dünyamızı küçültmeye gösterdiğimiz özeni belki de hiç bir şeye göstermiyoruz.
Bir şeyi gözden kaçırıyoruz. Red ettiğimiz bir konunun bir başkası tarafından kabulu her zaman söz konusudur. Ve red ediş biçimlerimizi de aslında son derece duygusal nedenlere oturttuğumuzdan, kabul edişlerimiz de aynı duygusallıkla cevap bulmaktadır. Sonuç olarak kendimizi istesekte, istemesekte takım tutar gibi bir takımın içinde buluveriyoruz. Ve hepimiz bu anlamda gönüllü amigolara dönüşüyoruz.
Takımımızın liderleri çıkıveriyor bir anda ve bu liderleri bir ilah haline getirip onlar gibi düşünen, onlar gibi davranan, onlar gibi yaşayan varlıklar haline gelip, bu kişileri ilahlaştırıp onlara tapınmaya başlıyoruz.
Kendimiz nerdeyiz bu senaryoda ?.....Galiba hep figüranlık seçimimiz haline gelmiş bir durumda.
Uzun iletiler okunmaz biliyorum ve en büyük eksikliğimiz okuma alışkanlığımızın olmaması yüzünden sizleri sıkmamak için şimdilik burda keseceğim. Ama bu sayfada kaldığım yerden hep devam edeceğim.
Umarım sizlerde olursunuz bu sayfada.
Gök gri,
Deniz gri,
İçimde;
Yağmayan yağmurların serinliği....
"Bu başlık da ne?" mi diyorsunuz acaba?..
Bilmiyorum, ama ben insanların büyük bir çoğunluğunun yaşamlarını Red Etmek üzerine kurguladığını düşünmekteyim.
Red etmek!!!!.... Söz konusu sanat oldu mu, sanatın var olma sebebi. Çünkü sanatın ve doğal olarak onun uygulayıcıları olan sanatçıların üretkenliğinin ve devamlılığının ana maddesidir. " Kabul " ile sanatta bir yere varılmaz. Doğal olarak sorgulamanın, yargılamanın ve yeni fikirler üretmenin kaynağını oluşturur red etmek.
Sancılıdır !...... Hiçte kolay değildir insan bünyesi için bu gelgitlerde dolanmak. Haykırışları içinde barındırır ve dayanılmaz ağrılıdır.
Ama red etmek yaşantımızın hemen her kesiminde karşımıza çıkan bir olgu olmaya başladı. Ya da tam tersi olarak teslimiyetçi bir anlamda " kabul "
İkisinin arasında bir yerde olamazmıyız acaba?...Bu ikisinin arası yer neresi?
Sanatta bir üretkenliği simgelesede toplumu oluşturan bireylerin kendi dünyasında, yada bazen toplumlarda bile bir daraltmanın simgesi olabilir red etmek.
İnsan olarak red etme hakkımız çok doğal gibi gözükse de ben red etme yerine eleştiriyi bu anlamda insanlara daha çok yakıştırıyorum.Kuşkusuz beğenmeme, hoşlanmama gibi kişisel seçimlerimiz vardır. Ve bunları nedenleriyle bilimsel olarak ortaya koyabildiğimizde nefes alışımız daha rahattır aslında.
Ama hayır !... Biz nefes almamızı zorlaştırmak için elimizden ne gelirse yapmaya devam ediyoruz. Kendi dünyamızı küçültmeye gösterdiğimiz özeni belki de hiç bir şeye göstermiyoruz.
Bir şeyi gözden kaçırıyoruz. Red ettiğimiz bir konunun bir başkası tarafından kabulu her zaman söz konusudur. Ve red ediş biçimlerimizi de aslında son derece duygusal nedenlere oturttuğumuzdan, kabul edişlerimiz de aynı duygusallıkla cevap bulmaktadır. Sonuç olarak kendimizi istesekte, istemesekte takım tutar gibi bir takımın içinde buluveriyoruz. Ve hepimiz bu anlamda gönüllü amigolara dönüşüyoruz.
Takımımızın liderleri çıkıveriyor bir anda ve bu liderleri bir ilah haline getirip onlar gibi düşünen, onlar gibi davranan, onlar gibi yaşayan varlıklar haline gelip, bu kişileri ilahlaştırıp onlara tapınmaya başlıyoruz.
Kendimiz nerdeyiz bu senaryoda ?.....Galiba hep figüranlık seçimimiz haline gelmiş bir durumda.
Uzun iletiler okunmaz biliyorum ve en büyük eksikliğimiz okuma alışkanlığımızın olmaması yüzünden sizleri sıkmamak için şimdilik burda keseceğim. Ama bu sayfada kaldığım yerden hep devam edeceğim.
Umarım sizlerde olursunuz bu sayfada.