Bülent Küçükaslan
Uzun zaman önce, omurilik yaralanması sonucu felç olup tekerlekli sandalye kullanmaya başladığım ilk yıllarda, tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kalmaya dair bir yazı yazmıştım. Sakat kimliğimin henüz yeni yeni oluşmaya başladığı zamanlardı... Yazı da bu ilk dönemin gelgitlerini yansıtan, sakat olmayan kişiler okuduğunda onların tekerlekli sandalyeye dair var olan korkularını ve önyargılarını tümüyle besleyen, tekerlekli sandalyeyi kâbusların en acımasız nesnesi olarak konumlandıran, ama sonunda “e ne yapalım, bundan sonra bu şekilde olacak demek ki” diye bir çıkış aramayı da ihmal etmeyen, samimi bir yazıydı.
Bu yazıda ise o günkü halimi eleştireceğim! Daha doğrusu, tam olarak eleştirmek değil yapmak istediğim şey -çünkü “neden böyle hissediyorsun” demenin mantıklı bir yanı yok; bugün istiyorum ki o gün tekerlekli sandalyeye dair hissettiğim duyguların büyük bir çoğunluğunun ne kadar anlamsız ve yanlış olduğunu dillendireyim, zihnimize yerleştirilen tekerlekli sandalye imgesine karşı kulaklara bir parça su kaçırayım.
“Tekerlekli sandalye” deyince herhalde ezici bir çoğunluk bu ifadenin sonuna “mahkûm” kelimesini iliştirir. Çekilmesi gereken bir çilenin soğuk hücresi gibidir tekerlekli sandalye. Öyle ya, insan denen varlık yürür! Yürüyemiyorsa, artık bir sürü şeyi yapamıyor demektir ve bu durum ölümden bin beterdir; tekerlekli sandalye de bu kötü kaderi görünür kılan prangadır. Dahası, çilekeştir tekerlekli sandalye mahkûmları: dünyayla maddi bağlarını koparmış, dünyevi ve tensel zevklerden uzak kalabilen, baya baya mistik karakterlerdir; biraz korkulan, biraz acınan, biraz uzak kalınması gereken, tekinsiz bir ötekidir, biraz da kahramandır tabii! Baş edilmesi mümkün olmayan sakat bir hayatla baş edebilen, sakat bedenine rağmen gülebilen, tekerlekli sandalyesine rağmen üniversite okuyabilen, iş bulabilen, bir şeyler yapabilen, içindeki yaşam sevinci ile sakat olmayanlara dersler sunan, “şükretmek gerek, şükretmek gerek” diye tesbih çektiren, fantastik yaşam koçlarıdır. Ve bu kişi, işte şuradaki kadın-adam, her haliyle ürkütücü olan o tekerlekli sandalyeye mahkûmdur. Bu kadar.
Oysa benim için tekerlekli sandalye bambaşka anlamlara sahiptir. Tekerlekli sandalyemin olmadığını düşünemiyorum bile! Beni özgürleştiren, bedenime ihtiyaç duyduğu desteği sunan, istediğim şeyleri yapmama olanak sağlayan, kontrolü elime veren kocaman bir yanımdan bahsediyoruz. Günümün 15 saatini üzerinde geçiriyorum. Kaçmak için de varmak için de ona ihtiyaç duyuyorum. Mükemmel bir uyum, keyifli bir karşılıklı bağımlılık var aramızda. Bana en uygun olan modeli seçmek için günlerce bakınmayı, teknolojisini incelemeyi, çeşitli düzenlemelerle kişiselleştirmeyi, rengi ve aksesuarları hakkında tercihte bulunmayı seviyorum. Yüzlerce modelin arasından en kolay sürebileceğim, en konforlu, en aktif, en hafif, en iyi şasisi ve tekerleği olan, en sevdiğim rengine sahip olayım istiyorum. Bir dokunuşla etrafımda döndürsün, birkaç yüklenişte hızını alıp koştursun, bir parmak hareketimle kıvrılsın, yanaşsın, dursun... Böyle bir sandalyeye sahip olduğumda iyi hissediyorum, mutlu oluyorum, kurulup etrafıma bakınabiliyorum. Sandalyem bedenimin bir parçası! Parmak uçlarım her noktasını ezbere tanıyor. Kolumu kaldırmak için düşünmediğim gibi tekerimi çevirmek için de düşünmem gerekmiyor; elim tekere gidiyor, avuç içim çemberi kavrıyor, parmaklarım lastiklerin ağırlığımı tarttığını ve zeminin durumunu hissediyor, kaslarım ne kadar güçle itmem-çekmem gerekiyorsa bunu anlıyor ve hareket ediyorum...
Şimdi, böylesi bir keyifle bağlı olduğum, her açıdan yaşamıma katkı sağlayan tekerlekli sandalyeme bakıp ona mahkûm olduğumu söylemeniz size makul geliyor mu? Ne olmuş tekerlekli sandalye kullanıyorsam? Sandalye kullanıyorum diye kadersiz olduğumu mu düşünüyorsunuz? Benden daha şanslı veya iyi olduğunuza mı inanıyorsun? Bir daha düşünün derim! Çünkü benim durduğum yerden bakınca hiç de öyle görünmüyor.
Ben bu sandalyede uyumuyorum
bu sandalyede yıkanmıyorum
bu sandalyede sevişmiyorum
Eee, peki, bazen...
(Shelley Barry)
bu sandalyede yıkanmıyorum
bu sandalyede sevişmiyorum
Eee, peki, bazen...
(Shelley Barry)
Uzun zaman önce, omurilik yaralanması sonucu felç olup tekerlekli sandalye kullanmaya başladığım ilk yıllarda, tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kalmaya dair bir yazı yazmıştım. Sakat kimliğimin henüz yeni yeni oluşmaya başladığı zamanlardı... Yazı da bu ilk dönemin gelgitlerini yansıtan, sakat olmayan kişiler okuduğunda onların tekerlekli sandalyeye dair var olan korkularını ve önyargılarını tümüyle besleyen, tekerlekli sandalyeyi kâbusların en acımasız nesnesi olarak konumlandıran, ama sonunda “e ne yapalım, bundan sonra bu şekilde olacak demek ki” diye bir çıkış aramayı da ihmal etmeyen, samimi bir yazıydı.
Bu yazıda ise o günkü halimi eleştireceğim! Daha doğrusu, tam olarak eleştirmek değil yapmak istediğim şey -çünkü “neden böyle hissediyorsun” demenin mantıklı bir yanı yok; bugün istiyorum ki o gün tekerlekli sandalyeye dair hissettiğim duyguların büyük bir çoğunluğunun ne kadar anlamsız ve yanlış olduğunu dillendireyim, zihnimize yerleştirilen tekerlekli sandalye imgesine karşı kulaklara bir parça su kaçırayım.
“Tekerlekli sandalye” deyince herhalde ezici bir çoğunluk bu ifadenin sonuna “mahkûm” kelimesini iliştirir. Çekilmesi gereken bir çilenin soğuk hücresi gibidir tekerlekli sandalye. Öyle ya, insan denen varlık yürür! Yürüyemiyorsa, artık bir sürü şeyi yapamıyor demektir ve bu durum ölümden bin beterdir; tekerlekli sandalye de bu kötü kaderi görünür kılan prangadır. Dahası, çilekeştir tekerlekli sandalye mahkûmları: dünyayla maddi bağlarını koparmış, dünyevi ve tensel zevklerden uzak kalabilen, baya baya mistik karakterlerdir; biraz korkulan, biraz acınan, biraz uzak kalınması gereken, tekinsiz bir ötekidir, biraz da kahramandır tabii! Baş edilmesi mümkün olmayan sakat bir hayatla baş edebilen, sakat bedenine rağmen gülebilen, tekerlekli sandalyesine rağmen üniversite okuyabilen, iş bulabilen, bir şeyler yapabilen, içindeki yaşam sevinci ile sakat olmayanlara dersler sunan, “şükretmek gerek, şükretmek gerek” diye tesbih çektiren, fantastik yaşam koçlarıdır. Ve bu kişi, işte şuradaki kadın-adam, her haliyle ürkütücü olan o tekerlekli sandalyeye mahkûmdur. Bu kadar.
Oysa benim için tekerlekli sandalye bambaşka anlamlara sahiptir. Tekerlekli sandalyemin olmadığını düşünemiyorum bile! Beni özgürleştiren, bedenime ihtiyaç duyduğu desteği sunan, istediğim şeyleri yapmama olanak sağlayan, kontrolü elime veren kocaman bir yanımdan bahsediyoruz. Günümün 15 saatini üzerinde geçiriyorum. Kaçmak için de varmak için de ona ihtiyaç duyuyorum. Mükemmel bir uyum, keyifli bir karşılıklı bağımlılık var aramızda. Bana en uygun olan modeli seçmek için günlerce bakınmayı, teknolojisini incelemeyi, çeşitli düzenlemelerle kişiselleştirmeyi, rengi ve aksesuarları hakkında tercihte bulunmayı seviyorum. Yüzlerce modelin arasından en kolay sürebileceğim, en konforlu, en aktif, en hafif, en iyi şasisi ve tekerleği olan, en sevdiğim rengine sahip olayım istiyorum. Bir dokunuşla etrafımda döndürsün, birkaç yüklenişte hızını alıp koştursun, bir parmak hareketimle kıvrılsın, yanaşsın, dursun... Böyle bir sandalyeye sahip olduğumda iyi hissediyorum, mutlu oluyorum, kurulup etrafıma bakınabiliyorum. Sandalyem bedenimin bir parçası! Parmak uçlarım her noktasını ezbere tanıyor. Kolumu kaldırmak için düşünmediğim gibi tekerimi çevirmek için de düşünmem gerekmiyor; elim tekere gidiyor, avuç içim çemberi kavrıyor, parmaklarım lastiklerin ağırlığımı tarttığını ve zeminin durumunu hissediyor, kaslarım ne kadar güçle itmem-çekmem gerekiyorsa bunu anlıyor ve hareket ediyorum...
Şimdi, böylesi bir keyifle bağlı olduğum, her açıdan yaşamıma katkı sağlayan tekerlekli sandalyeme bakıp ona mahkûm olduğumu söylemeniz size makul geliyor mu? Ne olmuş tekerlekli sandalye kullanıyorsam? Sandalye kullanıyorum diye kadersiz olduğumu mu düşünüyorsunuz? Benden daha şanslı veya iyi olduğunuza mı inanıyorsun? Bir daha düşünün derim! Çünkü benim durduğum yerden bakınca hiç de öyle görünmüyor.