Ancak bugün forumlara girmeye zamanım oldu. Onun için yazdıklarınızı biraz gecikmeli yanıtlayacağım.
Sevgili Mezopotamyalı!
İletinizi dikkatle okudum. Sizin yazdıklarınızı okurken o kadar çok şey aklımdan geçti ki… Hepimizin yaşadıkları benzer şeyler… Gençlik yıllarımda yaşadıklarıma üzülürdüm. Hüzün kaplardı içimi. Ama köprülerin altından çağlayanlar aktı, geçti. O zamanlar, beni dış görünümünden dolayı red edenleri, bugün düşündüğümde, hiç de önemsemiyorum. Hatta üzüldüğüm için salakmışım diyorum. Çünkü, bugün ne istediğimi biliyorum. O zamanlar çok toydum. Her neyse…
Aşkla ilgili düşüncelerimi yazmıştım. Evet, haklısın. Seni istemeyeni sen de istemeyeceksin. Daha şimdiden toplumun baskısına karşı koyamıyorsa, evliliğiniz bir alışkanlığa dönüştüğünde ne yapacaksınız? Çünkü, bana göre, bir süre sonra birliktelikler alışkanlığa dönüşüyor. Neden peki? Çünkü, iki kişinin ilişkisinin sağlıklı sürmesi için entelektüel anlamda birbirlerini beslemeleri, geliştirmeleri gerekiyor. Yoksa, o birliktelik güdükleşiyor.
Sevgili Mezopotamyalı!
Yalnızca, toplumun baskısını engelliler duyumsamıyor. Tüm bireyler olarak kimileyin toplumun kurallarına boyun eğmek zorunda kalıyoruz. Ben, sizi, beni ya da bu satırları okuyanları, sorgulayan insan kategorisine koyuyorum. Sorgulayan kişi, akıl yürüten, olayları nedenleriyle ele alan kişidir. O, sonuca bakıp karar vermez. İnsanları, tarihi, dünyayı bir bütün olarak görür. Gördüğü yanlışların düzeltilmesi için mücadele eder. Oysa pek çok kişi, sorgulamadan topluma uyum sağlar. Sorgulamayan kişiler, kolaylıkla toplumun yanlışlarıyla uzlaşır. Çünkü, böyle davrandığında toplumla çatışma yaşamayacaktır.
Demek ki, sorun, toplumun normlarına göre yaşayıp yaşamama sorunudur. Eğer, içinde yaşadığınız toplumun normları size yanlış geliyorsa, kendi doğrunuzu yaşama geçirmeye çalışacaksınız. Ama bu, bilinçli bir seçim olmalıdır. Sonunda bedel ödemeye razı olunmalıdır. Tüm bunları, genel anlamda söylüyorum.
Engellilere gelince… Evet, haklısın. Ben de senin geçtiğin aşamalardan geçtim. Toplumun normlarına göre bir değer biçiyordum önceleri kendime. Kendimi değersiz biri olarak görüyordum ergenlik döneminde. Hatta kendime acıyordum. O yıllarda kendi kendime eziyet etmişim diye düşünüyorum şimdi.
Bence, asıl sorun, önce yine kendimizden başlamaktadır. Kendimizi sorgulayacağız önce. Ben kimim diye yola çıkacağız. Kendi değerlerimizi belirleyeceğiz. Peki bunu nasıl yapacağız? Bilgiyle… bilgiyle… bilgiyle…
Bilgi neyle başlar peki? Bilgi kavramlarla başlar. Her kavramın, içlemini, kaplamını bilmeliyiz. Çünkü, bir önermenin yanlışlığı ya da doğruluğu kavramların anlamını bilmeden belirleyemeyiz. Örneğin, “seven insan sevdiğine bile isteye zarar vermez “ dendiğinde bunu nasıl düşüncede kanıtlarsınız ya da çürütürsünüz?
Ya da bir insan seni çok seviyorum dediğinde ona inanacak mıyız hemen?
Ben inandım. Sonra kafam duvara tosladı. Bütün dünyam allak bullak oldu. Sonra da kendi kendime ne kadar saf olduğumu söyledim durdum. Sahi niye sormamıştım? Sevgi kavramı neydi ? Sahi niye sormamıştım ? İnsan nedir diye… Sevgi niceliksel olabilir miydi? Niye sormamıştım. Herkesi kendim gibi zannetmiştim. Galiba bu yüzden hep yaşamı ıskaladım. Acılar çektim. Ama acılar çok şey öğretiyor insana… Neyse…
Demek ki, engelliye gelmeden önce insanı sorgulamak gerekiyor. İnsan nedir? İnsanın özü nedir? Öz töz müdür? Töz nedir? Töz değişir mi? Kişilik nedir? Kimlik nedir peki? İşte tüm bunun gibi sorular, bizi yaşamı sorgulamaya götürüyor.
Bana göre, çok kısaca, bireyi birey yapan onu diğerlerinden ayıran kurucu ayrımlardır. Yani, kendi kişiliğini oluşturan değerlerdir. Ben bir insanı severken, saçının rengi ya da bilmem neresi güzel diye sevmiyorum. Onu diğerlerinden ayıran niteliklerine bakıyorum. Örneğin, yolda nasıl yürüyor? Neye gülüyor? Neye üzülüyor? Dünyada olup bitenlerle ilgileniyor mu? Sözleri eylemleriyle birbirini tutuyor mu? v.s. v.s.
İnsan kendi doğrularını belirledikten sonra, karşısına aradığı nitelikle biri çıkarsa, bir birliktelik yaşar. Çıkmazsa da, yalnızlığı yaşar. Bu, bireyin seçimi.
Toplum sizin dediğiniz kadar da, kör ve sağır değil. Her birimizin birey olarak bu konuda yapacak şeyleri var. Örneğin, ben engellilerle ilgili yazılar yazıyorum. O yazılardan sonra, engelsiz bir insanın kulağıma eğilip engellilerle ilgili bir öykü yazdım. Çok güzel oldu. Sana göndereceğim demesi insanı öyle mutlu ediyor ki…
Tabii ki, engellilerle ilgili önyargı ve tutumların ortadan kalkması için, hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Bunun çeşitli yolları var. Ama en önemlisi, engellilerin örgütlenmesidir.
Şehribanu demiş ki:
Monalisa, aşk iki kişilik olması gerekir,ama bizim gibi kültürlerde iki kişinin aşkına karışmayan kalmaz…”
Demek ki, aşk kişilik değil, toplumsaldır.
Hem engellilere yönelik önyargılardan söz ediyoruz. Hem de kendimiz engellilere önyargılı davranıyoruz.
Örneğin, Şehribanu’nun dediği gibi;
Önyargıların bu kadar korkunç boyutta olması beynimde şimşeklerin çakmasına sebep oldu,o günden beridir de engelsiz biriyle bir beraberlik düşünmedim...”
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!
Ben engellilerin illa da, partnerim engelsiz biri olsun anlayışını da anlayamıyorum. Çevremde, engelsiz biriyle evlenip sonradan terk edilen o kadar çok engelli kadın var ki… Hepsinin yaşamı da trajik!
Kuyucak’a geldikte…
Niçe ve Satır’dan etkilendiğiniz çok açık seçik görülüyor zaten. Kafkacı mısınız derken karamsarlıktan ve toplumun önünde bireyin hiç olması anlayışını mı benimsiyorsunuz demek istemiştim. Yoksa, ben de böyle bir akımın olmadığını biliyorum. O kadar cahil değilim.
Kuyucak demiş ki:
UMUT kelimesinden oldum olası nefret ederim.. Dünyadaki en dayanılmazı dayanılır yapan, en büyük uyuşturucudur.. İnsanlaşma önünde adım atmaya gelince, aklımın erdiği ve yattığı her şeyde, en önde olmak için epey bedel ödedim ben.. uMUT ölsün o yüzden..
Dayanılmaz nedir? Uyuşturucu nedir? Valla! Ahret sorusu sormayın bana demeyin. Ben de soru sormadığım için çok bedel ödedim.
Siz öznel olarak yenilmiş olabilirsiniz. Baksanıza daha ne olduğunuza karar verememişsiniz. Siz de modaya uysaydınız. Liberal olsaydınız… Onlar, herşeyden kolayca kendini sıyırıveriyor. Ama anarşirstlerden de bir şey olmaz. Kafanıza takmayın bence. Değmez.
Hani Yunanistan’daki gençlere ne oldu?
Ama bir gerçek var ki:
İnsanlar ölse de, kavramlar ölmez. Tıpkı umut gibi…