Dezavantajlı grup dendiği zaman azınlıklar, kadınlar, engelliler ve eşcinseller gelir akla. Bunun sebebi de gayet açıktır. Öncelikle dezavantajlı grupları tanımlarsak sanırım yerinde bir giriş yapmış oluruz. En kaba haliyle şöyle diyebiliriz:
Aile içinde problem varsa (başta kadınlar ve eşcinseller olmak üzere engelliler de), sosyal yaşamda problem varsa (hepsi), eğitim konusunda sorun varsa (hepsi), iş gücüne katılımda problem yaşanıyorsa (genellikle hepsi) ve bunlara bağlı, eş zamanlı olarak diğer insanların tavırları açısından problem yaşanıyorsa o zaman dezavantajlı gruptan sayılırsınız.
En iyi bildiğim konudan başlayayım: Kadınlar
Eğtimle başlayacak olursak; eğitime erişim ve sürekliliği konusu ile başlayabiliriz. Okur-yazarlık sorunu bir kadın sorunu maalesef. Okullaşma, kız çocukları başta olmak üzere yine kadınların sorunlarından biri. Okul öncesi eğitim konusunda Türkiye zaten olanaksızlıkların sınırlarını zorlamakta. Bu da zaten az sonra kadının işgücüne katılımına bağlanacak bir konu. Kısacası çok dallı budaklı. Okul öncesi eğitimde ve ilk ve ortaöğretimde kız ve erkek çocuklarının okullaşma oranında uçurum olsa da yüksek öğretimde işler biraz daha iyiye gidiyor. Katılım artıyor, uçurum azalıyor olsa da kadınlar belli alanlarda yoğunlaşıyor. Bir de kadın olmanın yanı sıra başörtüsü ile yüksek öğretime devam hakkının olmayışı da sorunun bir başka boyutunu ortaya koyuyor.
Kadın istihdamına geldiğimizde oldukça girift bir meselenin de içinde buluyoruz kendimizi. Ben kısaca etki alanlarını sıralayacağım. Bağlantıları kurmayı size bırakıyorum. Kadınların işgücüne katılımı; eğitim, aile içi görevler, köyden kente göç, kamu sektöründeki daralma, ücret eşitsizliği ve sosyal güvence gibi pek çok bileşen vesilesiyle etkileniyor. Dolayısıyla 2010 yılında bile Türkiye, tarihinin en düşük kadın istihdam oranına sahip bir ülke olarak karşımıza çıkıyor.
Kadınların siyasete katılımı da bir başka sorun. Hayatı özel alan - kamusal alan olarak ikiye ayırdığımızda özel alan kadınların sorumluluğunda, kamusal alan da erkeklerin sorumluluğundaymış gibi bir algı ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu da kadınlarla erkekleri hak, yükümlülük ve özgürlükler bakımından ayrılması anlamına geliyor. Kadına biçilen aile içi görevler, kadınların kamusal yaşamın fırsatlarından mahrum bırakılmasına sebep oluyor. Tek partili sistemin kadınlara attığı kazıklardan biri, kadınların parti yönetimlerinde yer alamamasıdır. Kadınlar, genellikle alt düzey görevlerle siyasette yer alırken partilerin atanma ve seçilme politikaları sebebiyle karar alma mekanizmalarında yer bulamıyorlar. Siyasal karar süreçlerinde kadınların eşit temsili, üretilecek ve uygulanacak politikalar açısından çok önemli olmakla beraber aynı zamanda ülkemizdeki demokrasi kavramının içini doldurmak için de büyük bir unsurdur.
Kadına şiddet konusu da önemli konulardan biri. Kadına yönelik şiddet açısından en fazla risk altında olan grup çocuklu kadınlar. Aile içi şiddetin en temel sebebi, sahip olunan çocuğun kız olması. Bu yüzden de her yaştaki kadınların şiddet görmesinin yanı sıra çocuklu kadınlar, istatistiklerde şiddete en çok maruz kalan grup olarak karşımıza çıkıyor. Onun dışında kız çocuklarının cinsel istismarı şiddetin bir başka örneği. Evliliklerde şiddet; dayak, tecavüz ve ekonomik baskı olarak tanımlanıyor. İş yerlerindeki şiddet ise cinsel ve psikolojik baskı olarak gerçekleşiyor. Bu konuyu pek sevmiyorum maalesef.
Tabii bir de medyada kadın konumuz var. Bunun içine de yazılı ve görsel basında karşımıza çıkan kadın bedeninin kullanıldığı reklamlar, herkesin evine destursuz giren televizyonlardaki diziler ve kadının konumunu pek de dostça ortaya koymayan haberler.
Eşcinseller konusuna gelecek olursak... Bu konuya da hassasiyetim büyük, ancak kadın hakları ile ilgili profesyonel olarak çalıştığım için eşcinsellerin sorunlarını sadece eşcinsel arkadaşlarımdan bildiklerim üzerinden anlatabilirim.
Cinsel kimliklerini ortaya koyamamak temel sorunlardan biri. Eşcinseller ailelerine kimliklerini açıklayamamakta, açıkladıklarında da dışlanmaktalar. Sırf eşcinsel oldukları için iş bulamamaktalar. Cinsel kimliklerini iş yerinde açıklayanlar işten çıkarılmakta ve haklarını savunamamaktalar. Eğitime ve sağlık hizmetlerinde karşılaştıkları homofobik tutum sanırım can alıcı bir başka nokta. Sağlıkçı hastanesine muayenehanesine sokmak istemez, tedavi etmek istemez; okul müdürü okuluna almak istemez, eğitimci eğitim vermek istemez. Yurtlara giremez, ev arkadaşı edinemez. O zaman yine eğitim hayatı iyi gitmediği, doğru düzgün eğitim alamadığı için kadınlarda olduğu gibi belirli işlerde çalışmaya zorlanıyorlar. Her türlü zorlama şiddetin ta kendisidir. Ayrıca toplumun yanlış bilgisi sebebiyle maruz kaldıkları şiddetin boyutu da korkunç. Hem sosyal hem de fiziksel şiddetle karşılaşan eşcinsellerin yaşadığı kültürel ve sosyal baskılar, psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor. Bir kere toplumun bilgisizliği sebebiyle dışlanmak hatta yok sayılmak ayrımcılığın, dezavantajlı grup sayılmanın dik âlası değil de nedir?
Engelliler konusuna gelince durum, kadınlarda ve eşcinsellerde olduğundan pek de farklı değil aslında. Sorunlar neler? Eğitim, sağlık, işgücüne katılım, sosyal güvence, düşük ücret ve sosyal yaşama uyum.
Mimari sorunlar en temel sorunlardan biri. Ne eğitime ne de sağlık hizmetine erişim istenen bir şekilde sağlanabiliyor. Eğitime erişimde sorun olunca haliyle kadınlarda olduğu gibi işgücüne katılımı da düşük oluyor engellilerin. Ayrıca mimari sorunlar da işin içine girdi mi engelli istihdamı çok düşük oluyor. Diğer dezavantajlı gruplarda olduğu gibi belli başlı iş kollarında çalışabiliyorlar. Ailelerin ve çevrenin bakış açısı, engellilerin sosyal yaşama uyumunu da etkiliyor. Toplum, engellileri de görmezden geliyor, yok sayabiliyor.
Azınlıkların sorunları da sosyolojik ve hukuksal olmak üzere iki açıdan düşünülebilir. Farklı olma, vatandaşlık, nicelik olarak azlık, kendi dilinde konuşamama, eğitim alamama, kendi kültürünü, geleneklerini koruyamama gibi açılabilir sorunlar.
O zaman neymiş? Yukarıda sayılan dezavantajlı grupların sorunu hak ve özgürlük temelli sorunlarmış.
Aile içinde problem varsa (başta kadınlar ve eşcinseller olmak üzere engelliler de), sosyal yaşamda problem varsa (hepsi), eğitim konusunda sorun varsa (hepsi), iş gücüne katılımda problem yaşanıyorsa (genellikle hepsi) ve bunlara bağlı, eş zamanlı olarak diğer insanların tavırları açısından problem yaşanıyorsa o zaman dezavantajlı gruptan sayılırsınız.
En iyi bildiğim konudan başlayayım: Kadınlar
Eğtimle başlayacak olursak; eğitime erişim ve sürekliliği konusu ile başlayabiliriz. Okur-yazarlık sorunu bir kadın sorunu maalesef. Okullaşma, kız çocukları başta olmak üzere yine kadınların sorunlarından biri. Okul öncesi eğitim konusunda Türkiye zaten olanaksızlıkların sınırlarını zorlamakta. Bu da zaten az sonra kadının işgücüne katılımına bağlanacak bir konu. Kısacası çok dallı budaklı. Okul öncesi eğitimde ve ilk ve ortaöğretimde kız ve erkek çocuklarının okullaşma oranında uçurum olsa da yüksek öğretimde işler biraz daha iyiye gidiyor. Katılım artıyor, uçurum azalıyor olsa da kadınlar belli alanlarda yoğunlaşıyor. Bir de kadın olmanın yanı sıra başörtüsü ile yüksek öğretime devam hakkının olmayışı da sorunun bir başka boyutunu ortaya koyuyor.
Kadın istihdamına geldiğimizde oldukça girift bir meselenin de içinde buluyoruz kendimizi. Ben kısaca etki alanlarını sıralayacağım. Bağlantıları kurmayı size bırakıyorum. Kadınların işgücüne katılımı; eğitim, aile içi görevler, köyden kente göç, kamu sektöründeki daralma, ücret eşitsizliği ve sosyal güvence gibi pek çok bileşen vesilesiyle etkileniyor. Dolayısıyla 2010 yılında bile Türkiye, tarihinin en düşük kadın istihdam oranına sahip bir ülke olarak karşımıza çıkıyor.
Kadınların siyasete katılımı da bir başka sorun. Hayatı özel alan - kamusal alan olarak ikiye ayırdığımızda özel alan kadınların sorumluluğunda, kamusal alan da erkeklerin sorumluluğundaymış gibi bir algı ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu da kadınlarla erkekleri hak, yükümlülük ve özgürlükler bakımından ayrılması anlamına geliyor. Kadına biçilen aile içi görevler, kadınların kamusal yaşamın fırsatlarından mahrum bırakılmasına sebep oluyor. Tek partili sistemin kadınlara attığı kazıklardan biri, kadınların parti yönetimlerinde yer alamamasıdır. Kadınlar, genellikle alt düzey görevlerle siyasette yer alırken partilerin atanma ve seçilme politikaları sebebiyle karar alma mekanizmalarında yer bulamıyorlar. Siyasal karar süreçlerinde kadınların eşit temsili, üretilecek ve uygulanacak politikalar açısından çok önemli olmakla beraber aynı zamanda ülkemizdeki demokrasi kavramının içini doldurmak için de büyük bir unsurdur.
Kadına şiddet konusu da önemli konulardan biri. Kadına yönelik şiddet açısından en fazla risk altında olan grup çocuklu kadınlar. Aile içi şiddetin en temel sebebi, sahip olunan çocuğun kız olması. Bu yüzden de her yaştaki kadınların şiddet görmesinin yanı sıra çocuklu kadınlar, istatistiklerde şiddete en çok maruz kalan grup olarak karşımıza çıkıyor. Onun dışında kız çocuklarının cinsel istismarı şiddetin bir başka örneği. Evliliklerde şiddet; dayak, tecavüz ve ekonomik baskı olarak tanımlanıyor. İş yerlerindeki şiddet ise cinsel ve psikolojik baskı olarak gerçekleşiyor. Bu konuyu pek sevmiyorum maalesef.
Tabii bir de medyada kadın konumuz var. Bunun içine de yazılı ve görsel basında karşımıza çıkan kadın bedeninin kullanıldığı reklamlar, herkesin evine destursuz giren televizyonlardaki diziler ve kadının konumunu pek de dostça ortaya koymayan haberler.
Eşcinseller konusuna gelecek olursak... Bu konuya da hassasiyetim büyük, ancak kadın hakları ile ilgili profesyonel olarak çalıştığım için eşcinsellerin sorunlarını sadece eşcinsel arkadaşlarımdan bildiklerim üzerinden anlatabilirim.
Cinsel kimliklerini ortaya koyamamak temel sorunlardan biri. Eşcinseller ailelerine kimliklerini açıklayamamakta, açıkladıklarında da dışlanmaktalar. Sırf eşcinsel oldukları için iş bulamamaktalar. Cinsel kimliklerini iş yerinde açıklayanlar işten çıkarılmakta ve haklarını savunamamaktalar. Eğitime ve sağlık hizmetlerinde karşılaştıkları homofobik tutum sanırım can alıcı bir başka nokta. Sağlıkçı hastanesine muayenehanesine sokmak istemez, tedavi etmek istemez; okul müdürü okuluna almak istemez, eğitimci eğitim vermek istemez. Yurtlara giremez, ev arkadaşı edinemez. O zaman yine eğitim hayatı iyi gitmediği, doğru düzgün eğitim alamadığı için kadınlarda olduğu gibi belirli işlerde çalışmaya zorlanıyorlar. Her türlü zorlama şiddetin ta kendisidir. Ayrıca toplumun yanlış bilgisi sebebiyle maruz kaldıkları şiddetin boyutu da korkunç. Hem sosyal hem de fiziksel şiddetle karşılaşan eşcinsellerin yaşadığı kültürel ve sosyal baskılar, psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor. Bir kere toplumun bilgisizliği sebebiyle dışlanmak hatta yok sayılmak ayrımcılığın, dezavantajlı grup sayılmanın dik âlası değil de nedir?
Engelliler konusuna gelince durum, kadınlarda ve eşcinsellerde olduğundan pek de farklı değil aslında. Sorunlar neler? Eğitim, sağlık, işgücüne katılım, sosyal güvence, düşük ücret ve sosyal yaşama uyum.
Mimari sorunlar en temel sorunlardan biri. Ne eğitime ne de sağlık hizmetine erişim istenen bir şekilde sağlanabiliyor. Eğitime erişimde sorun olunca haliyle kadınlarda olduğu gibi işgücüne katılımı da düşük oluyor engellilerin. Ayrıca mimari sorunlar da işin içine girdi mi engelli istihdamı çok düşük oluyor. Diğer dezavantajlı gruplarda olduğu gibi belli başlı iş kollarında çalışabiliyorlar. Ailelerin ve çevrenin bakış açısı, engellilerin sosyal yaşama uyumunu da etkiliyor. Toplum, engellileri de görmezden geliyor, yok sayabiliyor.
Azınlıkların sorunları da sosyolojik ve hukuksal olmak üzere iki açıdan düşünülebilir. Farklı olma, vatandaşlık, nicelik olarak azlık, kendi dilinde konuşamama, eğitim alamama, kendi kültürünü, geleneklerini koruyamama gibi açılabilir sorunlar.
O zaman neymiş? Yukarıda sayılan dezavantajlı grupların sorunu hak ve özgürlük temelli sorunlarmış.